22. Bölüm: Yalanlara İnananlar

8 5 0
                                    

“SANA BAŞIMIZI BELAYA SOKMA DEMİŞTİM!” diye haykırdı David ayağa fırlarken. Sandalyesi geriye düşmüştü. Alex gözlerini yere dikmiş, dizlerinin üzerinde sıktığı yumrukları titriyordu. Meggy yumuşak bir sesle, “Alex... Biz seni uyarmıştık.” Dedi.

Jaz ise hiçbir şey yokmuşçasına kahve içiyordu. Hafif masaya dayanmıştı. Ağzını birkaç kez şapırdatarak kahveyi kendi içerisinde değerlendiriyormuş gibi bir hali vardı.

Giny “Kaptan haklıydı, her çiçekten bal toplayınca böyle oluyor.” Dedi saf bir öfkeyle. Her duygusunu en saf ve som haliyle, doruklarında yaşayan Giny için sakin bir tepki verdiğini bile söyleyebilirdim. Kendini tutmaya mı çalışıyordu?

Alex’in bal rengi gözleri doldu. Teo’da onlar gibi ayağa fırlamıştı. Kahve kaşları büzülmüş çene hatları belirginleşmişti. “Biraz sakin olun! Zaten yeterince pişman ve üzgün görünüyor.”

David “Ne bokumuza yarayacak üzgün olması!” Masada sadece dört kişi oturuyordu. Jaz, Elizabeth, Alex ve ben. Ellerimi birleştirmiş çenemi dayamıştım. Konuşmayı dinliyordum.

Bana eski günleri hatırlatmıştı, karakol aramaları falan...

Alex titreyen sesiyle mırıldandı. “Özür dilerim.” Giny öfkeyle kafasını iki yana salladı. Belli ki duymak istediği bir özür değildi. “Nihayetinde sadece bir çocuksun.”

Teo “Gençler, sonradan pişman olacağımız şeyler söylemeyelim.” Diye ikaz etti herkesi. Alex’e baktı. “Polisleri bekletme Alex. Kaçak gibi görünürsün. Bu mesele daha ciddi bir şeye dönüşmesin.”

Alex bana bakamıyordu fakat göz ucuyla beni süzdü. Soğuk gözlerle ona baktım. İşte, olgunluk bu işe yarıyordu.

Bende ayağa kalktım. “Gel Alex. Teo doğruyu söylüyor. Ben şahidin olurum.” Dolan gözlerle bana baktı. Bal rengi gözleri güneş misali parlıyor ve ışık saçıyordu. Kendini kasmaktan boynundaki damar belli olmuştu.

Tek kelime etmedi. Elimi omzuna koydum. “Nihayetinde öğrencimsin değil mi?” Ama aklımdan geçen şey, bu konularda fazlasıyla tecrübeli olduğum için onun yanında durmaktı.

Fakat bunu onlara söyleyemeyeceğimden böyle anlatmak daha kolaydı.

Alex ayağa kalktı. Adem elması titriyordu. Tek kelime etmedi. Kafasını salladı. Ama işçi tulumunun içindeki tişörtünü kaldırıp, yüzüne bastırdı ve bize arkasını döndü. Sesi titriyordu. “Özür dilerim. Gerçekten... Daha olmayan şirketimizi bile tehlikeye attım. Çok üzgünüm.”

Teo ona yürüdü ve sertçe sırtına vurdu. Ona bakmadı, sanırım ağlamasını görmezden gelerek nezaket ediyordu. “Hadi, arabaya binelim.”

Kaşlarımı çattım. “Siz de mi geliyorsunuz?” Giny de yürürken, “Çok güzel bir ismin heba olmasına izin vermeyeceğim.” dedi sinirli olduğu belliydi.  David kapıya giderken “Bir daha boyundan büyük işlere kalkışma.” Derken o da sırtına geçirdi.

Alex öne doğru savruldu. David guruptaki iki erkekten daha yapılı ve uzundu.

Meggy jaz’ı tuttu. Jaz anında kamburlaşıp omuzlarını öne eğerken “Ben gelmek istemiyorum.” Diye homurdandı. “Hadi jaz, ne kadar şahit o kadar iyi.” “Hayır.” “Evet.”
Jaz son bir çaba “Hayır.” Dese de Meggy onu sürükledi.

Elizabeth endişe ile bana bakıyordu. Telefonumu elime aldım. “Merak etme, önemli bir durum olduğunu sanmıyorum.” Kafasını salladı. “Lütfen beni ara.” Kafamı sallarken Alex’in omzunu tuttum. “Gel bakalım Kazanova.”

Alex benim arabama diğerleri de birbirlerinin arabalarına binmişlerdi. Kar yağışı durmuş olmasına rağmen etraf oldukça karlıydı. Karlı ve karanlıktı. Etrafı sokak lambaları aydınlatıyordu.

Bu bana maziyi hatırlatınca derin bir nefes verdim. Halbuki ki karın her zaman için iyi şeyler hatırlatması gerekiyordu.

Alex bana konum atarken bende telefonumla kardeşimi aradım. Alex “Kim?” derken sesi hala titriyordu. Derin bir nefes verdim. “Kardeşim.” Kafasını sallarken kemerini sıkıca tuttu. Lakin kardeşim meşgule atmıştı.

Gazı kökledim fakat lanet akıllı sistem, kendi kafasındaki limite göre gitmeye başladı. Ekibe karakolun konumunu yolladık. Direk orada buluşmamız daha iyi olurdu. Telefonu tekrar çaldırdım.

Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora