19. Bölüm: Kapanmayan Davaların Sanığı

6 6 0
                                    

“Yani biz, yani ben niye geliyorum?” Dedim idrak etmeye çalışarak. Bir eliyle alnını ovuştururken öne eğilmişti. Kış şartlarına kesinlikle uygun giyinmiyordu.

Beyaz kazağının üstüne sadece tuhaf bir ceket geçirmişti. Altında bir pantolonu vardı.

“Sigara yakabilir miyim?” Sinirle ona baktım.

“Hayır profesör, araç zaten zift gibi kokuyor.” Açıkçası çok sevdiğim hocamı ilk kez gergin görüyordum. Genelde rahatlık abidesiydi.

Kafasını iki yana sallarken arkasına yaslandı. “Halden anlamamak, belki de bu konu üzerinden sana ödev vermeliyim.” Tek kelime etmedim.

Derin bir nefes verdi. Etraf leş gibi sigara kokuyordu. “Profesör, hala soruma cevap vermediniz.” Camdan, şehrin parlayan ışıklarına bakarken konuştu. Şehrin ışıkları gözlerinde bir galaksi gibi parlıyordu.

“Şu iki profesörü hatırlıyor musun Eylül?” “Gayet.” Derin bir iç çekti. “Onlar benim hocalarım.” “Ah.” Dedim fakat bununla nereye varmam gerektiğini bilmiyordum.

“Açıkçası geçmişte olan bazı şeylerden dolayı... Onları görmeye pek te can atmıyorum diyelim.” Şaşkınlıkla ona baktım. Onun kadar rahat birinden beklemiyordum. Devam etti. “Geçmişi ağırlamakta zorlanıyorum diyelim.”

Hafif güldüm. “Evet... Şey. Evet.” Dedim hala gülerken. Bana baktı. “Ben gerginken bu kadar sırıtma. Seni dersten bırakırım.” Elimle dudaklarımı yoklayıp büzmeye çalıştım.

“Affedersiniz.” Ekledim. “Sadece, sizin kadar rahat ve geniş bir hocanın, nasıl desem? Geçmişe bakmakta zorlanmasına şaşırdım.”

Camdan dışarıya bakmaya devam etti. “İnsanlar göründükleri gibi midir?” Sonra bana baktı. Gözleri bize ders anlatırken olduğu gibi zeki bir bakışa büründü.

“Şöyle düşün, bir araziye uyum sağlaması, bir hayvanın bütün arazilerde mükemmel olduğunu kanıtlayamayacağı gibi, bir insanın da bir konu veya çerçeve üzerinde rahat olması, onu tetikleyen hiçbir konu olmadığını göstermez.”

Bu cümleyi belki de anlamak için bir kez daha duymalıydım. Kısa bir sessizlik oldu ardından devam ettim. “Peki profesör, ben neden geliyorum?”

Kollarını kavuşturdu. “Ne var ki benim kaçtığım şeyler diğerlerinin ilgi odağı olabiliyor. Hocalarım burayı görmeye, benim profesör olduğumu öğrendikten sonra karar vermişler. Kalmaya ise yıldız bir öğrenciyi eğittiğimi duyunca. Kısacası seni merak ediyorlar vesaire.”

Profesörün o ‘vesaire’ dediği kısım benim planımı dümdüz eden kısımdı. Daha çok şey bilmem gerektiğini düşünüyordum fakat o pek önemsemiyor gibiydi.

“Sizin beni özel olarak eğittiğinizi bilmiyordum.” Kahkaha attı. “Bende bilmiyordum. Fakat anlaşılan dekan öyle düşünmüyor.” İkimiz de sinir sessizliğine büründük. Niye her şey dekanın başının altından çıkıyordu.

“Hocalar seni bir görmek istiyor. Yaptığın birkaç şeyi öğrenmişler. Onlara seninle özel ilgilenmediğimi söyleyeceğim. Sanırım sana özel ders açtırmam, herkesi bu düşünceye yönlendirmiş.”

Kollarını kavuşturdu.
“Sadece yeteneklisin. Buraya, burayı yöneten kişi olarak lazım olduğunu düşünüyorum. Fakat bu düşüncemin aksine, seni o basamaklardan tırmandıran ben olamam. Maalesef ki pek çok insan yanlış düşünceye kolaylıkla düşüyor.

Herkesin gözünde senin basamakları tek tek tırmanmandansa benim seni hamin olarak desteklemem daha kolay geliyor gözlerine.”

Açıkçası bende onu akıl hocam olarak görüyordum. Her şekilde ona danışıyordum nede olsa. Bana hiçbir zaman net cevap vermezdi ama yönlendirirdi. Birkaç dakika sessizliğin ardından usulca söze girdim. “Neden siz genel başkan olmadınız?”

Bana kalırsa orası için en uygun kişi profesördü. “İnsanlarla uğraşmak istemiyorum. Senin aksine yönetme arzusunun zerresini de taşımıyorum.”

Yüzüm kasıldı. “Efendim,  daha önce de dediğim gibi. Artık otorite ile bir cebelleşmem yok.” Güldü. “İnsanların sözlerini kulak ardı etmeyi ortaokulda öğrendim ben.” Cevap vermedim.

Restorana vardığımızda araçtan indik. Kar yağışı tekrar başlamıştı. Profesör iner inmez bir sigara çıkarttı ve usulca yakıp parmaklarının arasına aldı.

En azından arabadan inene kadar sabredebilmişti. Kafasını gökyüzüne çevirip dumanı üfledi. “Girmiyor muyuz?” diye sordum. Açıkçası sigaradan iğrenirdim.

“Bir kazan düşün Eylül, bol zehirle kaynattığın, fokurdayan bir kazan. İçine biraz da, belki bir kaşık kadar çikolata attığını düşün. Bu çikolata, o kazanı yenilebilir hale getirir mi?”

“Hayır efendim.” Güldü, dumanı üfledi. Soğuk içime işlerken atkıma sarıldım. “Bazılarımız için geçmişteki yaşadıkları böyledir. Bir iki güzel anının hatırına bile olsa hatırlamaya katlanamazsın. Çünkü kazan zehirle doludur.

Bazıları geçmişinde ki güzel anıları ne olursa olsun çok özler. Bazıları hatırlamaya dayanamaz. Aradaki fark şudur, birilerinin geçmişinde yaşadıklarıdır, birilerinin ise geçmişi.

Benim gibilerin geçmişi yoktur, çünkü hala geçirememişlerdir o anıların acılarını. Geçmişte bırakamamışlardır. Bu nedenle onların geçmişleri olmaz, geçmişte yaşadıkları olur ancak.”

Sigarasını çöpteki yere bastırıp çöpe attı. Ve kapının önüne ilerledi. Yanına yürürken dalgınlıkla konuştum. “Geçmişi uğurlayamaz bazıları o halde.” İçten bir kahkaha attı. Dişleri sigara içmesine rağmen bembeyazdı. “Çünkü kapanmaz oradaki davaları Eylül.”

Sessizce, gece karanlığını, renkli lambalarla yırtan restorana baktık. Yanıp renk değiştiren lambalar ve yağan kar, insanı farklı hissettiriyordu.

“Hazır mısınız profesör.” Güldü. “İnsanlar bazı davalara bir türlü hazır olamaz. Ama mahkeme günü de onları beklemez.”

Evet, o duyguyu iyi bilirdim.


Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Место, где живут истории. Откройте их для себя