11. Bölüm: Dostluğun Ladesi

23 12 96
                                    

Kafeye adım atınca beş kişilik gurubu gördüm. Göz göze geldiğimizde el selamı verdim. Beni görmek onlar için farklı olmalıydı. Toplu bir ekiple takılmazdım. Şu işe de bak, bizim tembel Hineta da guruptaydı.

Ona geçtiğini söylese miydim acaba? Leyla’nın ayaklanmasıyla gözlerim ona odaklandı. “Selam.” Kafamı salladım. Diğerleriyle hal hatır sorduktan sonra Leyla ile başka bir masaya geçtik.

Asosyal biri ya da sosyal anksiyetesi olan biri değildim. Aksine çok kolay iletişime geçerdim, sadece bunu tercih etmiyordum. Biriyle yakınlaşmak, onun muhtemel sorumluluklarını da beraberinde getirirdi.
Açıkçası kimseyi önemsemek istemiyordum. İnsanlarla aramdaki olan mesafeli ilişkileri seviyordum.

Karşıma oturan Leyla merakla bana bakıyordu. “Aşık mı oldun yoksa!?” Anlayamayıp aptalca bir ifadeyle suratına baktım. Ne alakaydı? En büyük olasılık bu muydu? Tam bir aptal. Sence aşık olsam sana mı koşa koşa söylemeye gelirim? “Budala.” Diyebildim onca düşünce arasından.

“Beni sinir etmek için daha farklı yollar bulmalısın.” Dedim gülerek.
O da güldü. “Ama aşık olsan-“ “Hayırdır? Aşk falan, gelir gelmez bu konuyu açmalar?” Yüzü gerildi. “Ne-neyi kastediyorsun! Hiçbir şey yok ortada!”

Sesi tizleşerek devam etti. “Seni aptal, aptal Eylül. Devasa aptal!” Diyerek bağırdı. Hineta da arkamızdan “Kelime daracığın nede geniş.” Diye ekliyi verdi. Leyle dudaklarını büzdü. “Geliştirip geleceğim!” Güldüm. Leyla ise kollarını kavuşturdu. “Aşık da değilsen ne istiyorsun?”

“İnsan arkadaşıyla böyle mi konuşur, çok ayıp!” Daha da kızarırken “Beni bütün dükkana rezil ettin, aptallar aptalı!” Çantamı alıp Leyla’nın dosyasını ona uzatınca, kaşları gevşedi ve merakla bana baktı. Ardından bana eğildi.

Fısıldadı. “Projem çok kötü, en yakın arkadaşımsın diye çaktırmadan bana veriyorsun ki düzeltip gizlice sana verebileyim diye, değil mi?” “Hayır.” Dedim kaşlarımı çatarken.

Arkasına yaslandı. Derin bir nefes aldım. “Leyla, projen çok iyi fakat özürlü teknoloji kullanımın dolayısıyla-“ Ciddi bir şekilde öne eğilince sustum. “Teknoloji demişken... Benim telefonum nerede?” “Yine bir yerlerde mi unuttun? Telefonumu da açmadın.” Dedim nefes verirken.

Eliyle ağzını kapattı. Nefesi içine kaçmıştı. “Amfide unuttum galiba.” Bizim yaşımızdaki normal insanlar telefonlarını yanı başlarından ayırmazlardı.

Nede olsa önemli bir telefon ya da e posta gelebilirdi. Fakat Leyla için durum farklıydı. Ona ulaşmak istiyorsanız gerçek bir efor harcamalıydınız. Çünkü telefonla ve dolayısıyla teknolojiyle hiç arası yoktu. Telefonunu şarj etmeden bir hafta bırakabilirdi.

Dolayısıyla vize ve finallere geç kalır, iş tekliflerini veya okul tekliflerini kaçırır her şeyden de en son haberi olurdu. Mimarlık uygulamalarına bile çok zor alışmıştı. Nihayetinde biz mimarlar pek her şeyi bilgisayar ile yapıyorduk.

Üniversite ortamında telefon çok önemliydi. Gel gör ki Leyla bunu bir türlü kabullenemiyordu. Eliyle alnına bastırırken “Aptal!” diye sayıklıyordu. İkincisi, Hineta’nın da dediği gibi kelime darcığını geliştirmeliydi. Kafasını en sonunda masaya koydu. “Neyse yarın alırım.” Diye homurdandı.

Neyse ki telefonu da son derece eski bir modeldi de kimse çalmıyordu. İnsanlar onu çalarsa borçlu kalacaklarının farkındalardı.

Kafasını sıvazladım. “Kimse senin külüstüre dokunmayacak ya.” Kafasını hafif kaldırdı ve sırıttı. “Doğru. Benim büyük anne kendini korur.” Kafamı salladım. “Ee, sen ne diyordun, teknoloji falan?” “Teknoloji konusunda tam bir vasatsın.”

Tokat yemiş gibi hızla arkasına yaslandı. Kahve uzun ve taranmamış saçları geriye savruldu. Hayret genelde dış görünüşüne önem verirdi.

“Bu nedenle projenin bu kısmı zayıf. Leyla iş yapan bir mimar olmak istiyorsan teknoloji ile el sıkışman lazım.” Kollarını kavuşturdu.

“Teknoloji hakkında ne düşündüğümü biliyorsun.” “Evet elbette, hepimiz işe dinozorlarla gitmeli, haberleşmek için devasa ateşler yakmalıyız. Ama tahmin et, senin şu çok sevdiğin tatlılar teknoloji ile yapılıyor.”

Dudak astı. “Ne zaman işe dinozorlarla gidelim dedim ki?” diye homurdanmayı da eksik etmedi.

Sonra bana baktı. “At arabalarıyla gidebilirdik.” Kollarımı kavuşturdum “Sayılmaz, o da teknoloji.” “A-ama! Radyasyon gibi insanın tüylerini diken diken eden ve huzursuzluk yayan bir tarafı yok. Nefret ediyorum elektronikten!”
Derin bir nefes verdim.

Onunla baş edemezdim. Bu bir yana, onunla baş etmek istemiyordum. Fakat gelecekte işsiz kalacağından endişeleniyordum. Projeye baktım.

“Bu bakış açısına sahip olursan gelecekte sana iş verenlerin sayısı azalacak. Fakat kararı sana sormak istedim, bir senenin senin bu katı düşüncene direneceğini de sanmıyorum. Seni geçireyim mi geçirmeyim mi?” Diyerek direk olarak sordum.

Bana baktı, sonrada belgeme. Ve sessizlik başladı. O da yazdıklarını tekrar okuyordu. Sessizliğin süreceğini anlayınca ayağa kalktım. “Bizimkilerle oturayım. Kararını verince söylersin.”

Fakat tepki vermedi. Sakince kalktım ve sınıf arkadaşlarımın yanına oturdum. Onlara ders vermeme rağmen, onlar bunu pek takmıyordu ya da arkamdan konuşuyorlardı. İki türlüsü de bana uyardı.

Sevdiğiniz bir bölümde olunca, oradaki insanlarla daha çok ortak noktanız oluyordu ve konuşma da daha hoş ilerliyordu.

Kuşi “Yeni iki profesör gelmiş diyorlar.” Diyerek konuyu yeniledi. Alberto “Ah iki bunaktan mı bahsediyorsun? Eğitim kadrosuna daha kaç yaşlı alacaklar acaba! Bizim gibilerin eğitim kadrosunda olmasına hiç yer yok mu!?” Diyerek sitem etti.

Ji “Doğru diyorsun. Fakat bilgi açısından da iyi oluyor aslında ve bence yeterince genç hocamız var. O değil de bir arkadaşım onları Yeşil kafede görmüş. Haberler doğru galiba.” Dedi. “Aslında tam doğru değil.” Dememle pek çok meraklı gözler bana döndü.

Kuşi “Niye öyle diyorsun yahu?” “Bu sabah ikisini hava alanından aldım. Daha kabul edilmemişlerdi. Görüşmeler sürüyordu.” Dylan “Lan, bunu niye daha önce söylemedin!?”

Sadece suratına baktım. Hineta “Nasıl insanlardı?” “Öz güvenli.” “Başka.” Dedi David. “Yani, iki ihtiyardan bekleyebileceğiniz şeyler mevcuttu, biraz ağır başlı, biraz saygı istercesine. Biri daha yumuşak diğerinin gururu daha ağır. Bizim ana profesör de tanıyormuş ikisini galiba.” Dedim düşünceli bir şekilde.

“Bizim Robert mi?” Dedi. Kafamı salladım. “Hayata bak be.” dedi Kuşi. Herkes derin bir iç çekti. Arkama yaslandım.

Sonra Kuşi devam etti. “Şu yeni iki bunak hangi alandalar acaba?” “Bilmiyorum.” Diye mırıldandım. Dylan “Temel hocalarımız değişmesin de...” dediğinde masadakiler ona katıldı.  Bu sırada Leyla gelmişti.

Bana dosyayı uzattı. Herkes ona bakarken o yanıma oturdu. “Ölüyorum. Teknoloji çok zor.”

Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Where stories live. Discover now