20. Bölüm: Carpe Diem

7 6 0
                                    

"Küçük toplumun aslında oldukça popülermiş." Dedi ihtiyarlardan biri. Kafamı salladım. Diğeri. "Aslında çok değerli bir toplanma oldu, öğrencimin öğrencisi... Kendimi yaşlanmış hissetim."

Kaşlarımı çattım. Zaten oldukça yaşlı birinden bu sözleri duymak insanı tuhaf hissettiriyordu.

"Profesör Ericlkson, dediğim gibi aslında Eylül öğrencim değil, yani kastettiğiniz anlamda." Profesör onu hiç duymamış gibi kahkaha attılar.

"Hiç değişmemişsin Robert. Hala getirici sorumluluklardan kaçmak için olguyu sahiplenmiyorsun." Profesör derin bir nefes verdi. Benim dudaklarımsa hafif yukarıya kıvrıldı.

Aslında bu konuda biraz haklı olabilirlerdi. Profesör ek olarak yapılacak hiçbir şeyden hoşlanmazdı. Sırf bu nedenle asla bir toplantı veya toplanma önermezdi.

Kurul için seçilme kararında da bu nedenle, ölüm kararıymışçasına karşı çıkmıştı.

Garson yanımıza geldi. Ve gözleri hafif bana kaydı, bu kadar yaşlı insanla ne yaptığımı merak etmiş olmalıydı.

Ona keskin bir bakış fırlatınca gözlerini yere dikti. "Ne alırdınız?" Profesör Robert derin bir iç geçirip öne eğilirken "Papatya çayı." Dedi. Yaşlı profesörler sütlü çay ve ıhlamur aldılar. "Soda." Dedim.

Garson kafasını ahşap zeminden ayırmazken kafasını sallayarak uzaklaştı.


Yaşlı profesörlerden biri, "Fakat Robert, bu defa olguyu sahipleneceksin gibi geldi bana." Dedi. Profesör bu konuşmadan sıkılmış gibiydi.

Saatine baktı. Acaba onu bu denli rahatsız eden geçmiş neydi? Diğer Yaşlı profesör gülerek, "Şimdiden ona ders açmışsın." Dedi. Profesör elini öylece salladı. "Bu... Onunla ilgilendiğim ya da özel olarak eğittiğimden değil. Bazı insanlar parlar. Engel olamazsınız."

Biri "Elbette Robert, bazı insanlar parlar fakat onların parlaklığını koruyan ya da en azından harlayan bazı insanlar vardır. Becerilerini göstermeleri için sahne hazırlayan kimseler. Biz bunlara 'eğitimci' veya 'öğretici' deriz. Sizin tanımınızla bir hoca ve öğretmen.

İlk okulda sana kelimeleri ve yazmayı öğreterek senin parlamana yardımcı olan öğretmenlerin olur. Senin yeteneklerini fark edip koruyan koçların veya kimseler... Biz bunlara ne olursa olsun, o işin ehli, ustası olduğu için hoca deriz. Bir distopyada yaşamıyoruz Robert. Bu dünyayı kabullenmen gerekiyor.

Bizler öğreticiyiz. İstesen de istemesen de, parlayan insanların sahneye çıkması için ayak olan kişiler bizleriz."

Bu öğretmen olmayı ve öğrencileri seven profesördü.

Elime çenemi dayarken ona bakıyordum. Dolgun beyaz saçları ve beyaz keçi sakalına. Bende ders veriyordum her zaman 'bu gün işim iyi birer mimar yetiştirmek' diye derste tekrar ederdim.

Fakat bu kadar geniş veya önemli olarak düşünmemiştim hiç.

Garson gelip içecekleri koymaya başladı. Profesör buna cevap vermedi. En sonunda da "Haklısınız efendim." Dedi. Adam Noel baba gibi ho-ho'layarak güldü.

Boğazımı temizledim. "Efendim, beni niye çağırdınız?" Biri "Açıkçası Robert kabul etmese de onun gözde öğrencisini merak ettik. Hayatın çok karmaşık bağları var, değil mi Eylül?" Kafamı sallarken garson çekildi.

Hayatın... Gerçekten karmaşık bağları vardı, çoğunu sevdiğimi söyleyemezdim. Profesör hafifçe ayağa kalktı. "Sigara molası." Yaşlılardan biri gülerken konuştu.

"Sen benden önce öleceksin." Ağzına çoktan bir dal alan profesör yarım ağız, "Umarım. Tanıdıklarını toprağa gömen taraf olmaktan hoşlanmıyorum." Dedi.

O kafeden çıktıktan sonra iki yaşlı profesörle baş başa kalmış olduk. "Ee, Eylül. Senin hayatın nasıl gidiyor. Bize söylemeyip şaşırtacağın başka sürprizlerin var mı?"

"Hayır. Yok." Bu ikisi, profesörden daha rahatlardı. Ya da sadece öyle görünüyorlardı. "Sen hangi ülkeden gelmiştin?" "Türkiye." Kafalarını sallarlarken sodadan bir yudum aldım.

"Güzel yer... Her yeri ayrı heybetli. Orayı neden bıraktın?" "Kişisel nedenlerim vardı." Biri güldü. Şu hayatta rahatlarını hiçbir şey ve kimse bozamazmış gibi bir halleri vardı.

"Aslında senin gibi birinin hazır cevap olarak 'siz neden burayı bıraktınız?' demesini beklerdim."

"Efendim, ben sizin neden gittiğinizi merak etmiyorum. Sizi öğrenmek istemiyorum. Bu nedenle sorma gereksinimi de hissetmiyorum. Ne amaç uğruna olursa olsun. Size de kendi hayatım hakkında verecek cevabım yok."

Biri bana eğildi. Kaşlarımı çattım. "Yeterince gücün var ama almak için isteğin yok." Bunun ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Sodama bakarken elim engel olamadığım bir şekilde boynuma gitti fakat durumu bozmayıp enseme doğru sürükledim ve biraz ovaladım. Ardından elimi indirdim. Gözlerim cama kaydı. Kar hala yağıyordu. "Burada hava çabuk soğur." Diye mırıldandım.

Biri derin ve huzurlu bir nefes verdi. "Burada soğuyan tek şey havalardır ama." Sonra kafenin içinde gözlerini gezdirdi.


Birden etraftaki konuşma ve kahkaha gürültüleri kulağımı doldurdu.

Öyle bir perdelemiştim ki kafede başkalarının olduğunu unutmuştum. Kulaklarıma üşüşen ses karşısında hayrete uğrarken usulca etrafıma bakındım.

Çoğunlukla ailelerin oturduğu bir yerdi. Küçük çocuklar etrafa koşuşuştururken, yeşil önlük giymiş garsonlar da gülerek onlara çarpmadan servis yapmaya çalışıyorlardı.

Uzun boylu, erkek bir garson, beş yaşlarında bir çocuğu kapıp havaya attı, çocuk çığlık ve kahkaha arasında giderken geri garsonun kollarına düştü.

Onları izleyen ailesi de gülüyorlardı. İskambil oynayan 5 kız arkadaşta bir süreliğine oyuna ara verip onları izlemeye koyulmuştu. Sanırım garsonu yakışıklı bulmuşlardı.

Servis tezgahının arkasındaki garsonlardan biri kafasını iki yana sallayarak o garsonu azarlıyordu.

Etraf altın sarısı ve yumuşak renlerdeki ışıklarla aydınlatılıyordu. Dışarıda lapa lapa yağan kara rağmen içerisi sıcacıktı. İskambil oynayan kızlardan biri kartlarını ortaya atarken kahkaha atıyordu. Sanırım kazanmıştı.

Bir hayat vardı.

Etrafımda huzurla yaşayan bir hayat vardı.

"Çok... Gürültülüymüş." Dedim hayrete düşerken. Hiç böyle bir yerde olduğumu fark etmemiştim. Profesöre baktım. O da yanındaki bir kadına çakmak tutuyordu.

Kadın cilveli biriydi, kalçasını eğişinden ve gözlerini kırpışından belliydi. Bizim profesörden de etkilenmişe benziyordu.


Dışarıdaki gurupla gülüşüyorlardı. Yaşlı Profesörlerden biri, "Vay be! Değil mi öyle düşündün." Dedi yaşlı, kırışmış gözlerini kısarken. Kafamı salladım. "Yani ben..."

"Ortama kendimi bu kadar kapatmamalıymışım." Diye tamamladı. Arkama yaslandım. "Kış güzel bir mevsim."

Biri güldü. "Sen gerçekten üniversitelileri andırmıyorsun. Benim torunum yaşamayı gerçekten seven ve üniversiteli gibi davranan biri." "Ne mutlu ona." Diye mırıldandım.







Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Where stories live. Discover now