26. Bölüm: Üç Anlaşamayan Kardeş

2 1 0
                                    

Onu bıraktıktan sonra Alex ön koltuğa oturmuştu. Bir dirseğini ovalıyordu. Ona döndüm. “Neyin var?”

O ise dirseğine bakmaya çalışıyordu. “Bilmiyorum, sanırım sanayide incittim.” Kafamı iki yana salladım. Ardından kulağını çektim. Alex ıkınırken, ben sinirle konuştum.

“Kaç kere dedim benim adıma buluşma zamanlarına karar verme diye!” “Kaptan ama prog-“ “Başlatma programından da çizelgesinden de! Belki sana söylemediğim bir şey yapmak istiyorum. Bak Alex bir daha böyle bir şey yaparsan canını yakarım senin!”

“Yanıyor zaten!” “Olsun, daha çok yakarım.” “Tamam. Tamam. Sen ne istiyorsan o olsun!” Yavaşça onu bıraktığımda “Nasıl gıcıksın ama!” diye sayıklıyordu.
Dakikalar sonra, dirseğini bırakıp arkasına yaslandı.

“Yarın avukatı sorgulamanı iple çekiyorum. İlginç bir versus olacak.” “Bana yalan söylemesin yeter.” Dedim kırmızı ışıkta dururken. Alex güldü. “Beth hala çalışıyor, sana içimde iyi bir his var demiştim.”

“Sadece çığlık atarak evi terk etmesini bekliyorum.” “Ne canisin!” omuz silktim. Devam etti. “Sana borcumu ödeyeceğim kaptan. Emin olabilirsin.”

“Gerek yok, anlaşılan senden daha çok param var. Mezara götürecek değilim.” Güldü. Bense etraftaki ışıklara bakıyordum. Bazı çiftler veya arkadaş gurupları hala dışarıda dolanıyordu. Ben eve gitmek için bu kadar acele ederken, diğer insanların dışarıda olmasına ve bunu istemesine özeniyordum.

Diğer bir konuysa, Alex çok fazla çalışırdı. Dünyada gördüğüm en hırslı ve dişli rakipti. Nasıl parası olmayabilirdi ki? Bu adama her yerden para yağıyor olmalıydı?

“Sen ne zaman ölmeyi düşünüyorsun?” dedi Alex, iki elini kafasının arkasına almış, ön camdan dışarıyı keyifle seyrediyordu. Omuz silktim. “Üzerinde düşünmem ne anlam ifade eder ki? Ölüm, sen beklemediğin anda seni alır ve götürür.”

“Gerçekten çok sıkıcısın kaptan.”
Eve vardığımızda arabanın el frenini çektim ve patikadan yürümeye koyulduk. “Aman düşme.” Dedim ilerlerken. Buz tutmuş olabiliyordu. Güldü. “Evet, sadece bu gün iki kere kafamın üstüne düştüm.” Dedi yerlere dikkatle bakarken.

Açıkçası o halini göremediğim için üzülmüştüm.

Botları çıkarıp içeri girdiğimizde evin sıcaklığı, donmuş yüzüme çarptı. Bu hisse bayılıyordum. Dışarısı buz mavisi, içerisi ateş sarısıydı... Alex derin bir iç geçirirken, kısa bir süreliğine gözlerini yumdu.

Bu atmosfer tablolardaki kadar huzur vericiydi. Ardından paltolarımızı astık.
“Karşılama komitesi nerede?” Diye mırıldandı Alex içeriye girerken. Ve herkesi bir kanepenin başında toplanmış halde bulduk.

Koltukta Meggy oturuyordu. “Neler oldu?” Dedim merakla. Elizabeth bize döndü ve kabini tutarak Alex’e baktı ve tebessüm etti. Alex ise kollarını açarak ona gitti ve onu hafif kaldırıp döndürdü.

Elizabeth şişman bir kadın değildi. Aksine her an halsiz görünecek kadar zayıftı. Elizabeth gülerken, Alex de 32 dişini göstererek sırıtıyordu. Onlara bakan ekip daha iyimser bir havaya bürünmüştü.

Maggi’ye doğru gittim. “Ne oldu?” Giny gülerek, “Patikadan çıkarken kayıp poposunun üstüne düştü, doktor incittiğini söyledi.” Dedi. Hafif güldüm.

Meggy kafasını iki yana sallamaya başladı. “Senin eve de mi el atsak?” Elizabeth’e baktım. Alex onu bırakmış olanları heyecanla anlatıyordu. Bitirdiğinde söze girdim. “Elizabeth, Alex sana eve kadar eşlik etsin.”

Alex kafasını sallarken, kavalye gibi kolunu uzattı. Ve ona bir prens bakışı attı. Elizabeth hafif gülerken Alex’in koluna girdi.
Onlar giderken Giny “Beth çok zarif bir kadın. Kraliyet ailesi tarafından büyütülmüş gibi.”

Teo elleri belinde gülümserken konuya katıldı. “Evet. Haklısın.” Koltuğa otururken gözlerim Maggi’yi buldu. “İyi değilsen eve git.”  “Yo, iyiyim. Hiçbir şeyi kaçırmak istemiyorum.”

Tamam anlamında kafamı sallarken ekipte oturdu. Giny ve jaz hamağa otururken Teo bir kanepeye oturmuştu.

David ise sallanan sandalyeye. “O halde daha başlayamadınız hastaneye gittiğinizden.” Teo “Evet.” Laptopunu açarken “Evet.” Diye mırıldandı.
Dakikalar sonra Alex kapıyı çaldığında ona açan Teo oldu.

O içeriye girince bir yere kuruldu ve “Bu arada, Giny’nin bulduğu isim doğruymuş. İspanyolcaymış.” Dedi. Derin bir nefes aldım. Bir karakol ve hastaneye vakasından sonra her şey yine durulmuş.

Hayat sıradanlığını bir takdir ödülüymüşçesine bize sunmuştu.
“O halde yeni isim Querencia olsun diyenler?” Hepsi el kaldırdı.

Tebessüm ettim. “Yeni ismimiz hayırlı olsun.” Derken Giny ellerini çırptı. Koyu kırmızı ojeleri hala duruyordu. “Bize açtığım siteleri yeniden düzenleyeceğim! Harika olacak.”

“Sonra Giny!” Diye ikaz ettim. “İlk önce taslağını yaptığımız projeyi detaylandıralım. Tekrar üç guruba ayrılacağız. Peyzaj ve bina olarak, peyzajda bu sefer yeni fikirlerinden dolayı Teo ve Meggy birlikte çalışacak. İlk önce yapılacaklar listesi ve tarz konusunda anlaşalım.”

***

Jaz ana antrenin genişliğini ayarlarken arkasından ona bakıyordum. “jaz, beş milimlik açılarla bak. Ayrıca tavan yüksekliğini ayarlarken bu alan için üstte, altı kiriş kullan.” Kafasını sallarken mırıldandı. “Tavandaki kirişleri belirgin yapayım mı?” Kafamı salladım.

David’de arada Alex ve jaz’a bakarak onları düzeltiyordu. Genelde Meggy de bakardı fakat kalçası yüzünden, şu an ona bakan kişiler bizlerdik. Saatler su gibi akıyordu.
Boynumu esnetirken, mutfağın giderler yerlerini ayarlıyordum.

Bir mühendisle genelde ortaklaşa çalışırdık. Açık konuşmak gerekirse proje yapmak hiç kolay bir iş değildi. Tasarım açısından iyi olan bir şey yapardık ve onların suratlarını ekşitip, bizim yüzümüzden intihar edecekleri homurtularını dinlerdik.

Sonuç olarak, mimarlar tasarımı dillerinden düşürmezlerken, mühendisler yapımı ele alırlar ve bizi pek sevmezlerdi. Emlakçılarsa sadece paraya önem verir ve kar-zarar oranında para en çok nereden giriş yapıyorsa o an onun tarafını tutarlardı.

Biz, üç anlaşamayan fakat birbirimiz olmadan da yapamayan kardeşlerdik.
Giny hepimize yeni kahveler getirtirken, “Terasa özel boya kullanacağız o halde.” Dedi. Kafamı salladım.

Meggy “Avlu girişinde geniş bir pay bırakıp bahçeye doğru inmeyi düşünüyoruz, böylece barbekü için alan açılacak.” Giny “Bahçeye havuz ekleyebiliyor muyuz?” “O kadar bütçemiz yok.” Diyerek araya girdim.

Jaz “David.” Dedi ama kulaklığı takılı olan David onu duymuyordu. Yanındaki Alex onu ayağı ile dürttü. David ona baktı “Ne, ne istiyorsun?” dedi kulaklığı çıkartırken.

Dinlediği savaş oyunu müziği odaya yayılmaya başladı. “jaz sana sesleniyor.” David gözlerini ovuştururken onun yanına gitti. “Bir kerede sen benim yanıma gel.” Diye sitem etti jaz’a. Jaz gülümserken omuz silkti.

“Atkı açıklığı doğru duruyor değil mi?” Derken bende akma dayanımı düzenliyordum.

David jaz’ın laptopunu eliyle birkaç hamle yaparak kontrol etti. Yüzünde konsantre olmuş ciddi bir ifade vardı. “Evet iyi olmuş.” Diye mırıldandı.

Saatler ilerlerken, sabah 5’e geliyordu. Ekip uyuya kalmıştı. Bende esnerken bitirdiğimiz şeylerin üstünden geçip birleştiriyordum. Açıkçası pek çok yere gizli geçit ya da kapak ekliyordum çünkü hoşuma gidiyordu.

Dünyada en çok eğlendiğim şeylerden biriydi. Hazine saklamak ve onu bulmalarını beklemek gibiydi.
Ayrıca bana çok ta huzurlu hissettiriyordu.

Bir dahaki buluşmamızda raylı sistem için konuşalım, diye not aldım. Ve projeyi her birine hem mesaj hem e-posta olarak gönderirken, üç farklı yere de kaydettim.

Gerinirken gözlerimden, uykusuzluk nedeniyle yaşlar akıyordu. Bende bir hamağa kendimi bıraktım. Çalıştıktan ve iş başardıktan sonra gelen yorgunluk paha biçilemezdi.

Gelen alarm sesiyle sinirle doğruldum. Sanki hiç uyumamış gibiydim... Alarm seslerinden nefret ederdim. Giny, jaz’a yastık fırlatırken, “Şu lanet alarmını cehenneme yolla!” diye bağırdı.

Kolumdaki saate bakınca 9’a geldiğini gördüm. Gözlerimi ovalarken doğruldum.

Bu gün dersim kaçtaydı?

Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Where stories live. Discover now