18. Bölüm: Kölenin Kaydı

11 10 0
                                    

Akşam olup hava kararırken, kar tekrar yağmaya başlamıştı. Ödevi bitirmiş dışarıyı seyrediyordum.

Buraya geldiğim, yani geleceğim gün ne kadar çok korktuğumu hatırladım. Bir anda her şeyin bu kadar uzak olması ne kadar tuhaftı. Bir söz, hayat anıdır, diyordu.

Bense geçmişin her türlüsünden nefret ediyordum. Belki de nefretten çok korkuyordum.

Fakat bazen öyle hissederdim ki, sanki geçmiş bana sorun olmazmış gibi. Sanki eskiden konuştuklarıma yazsam korkmazmışım ve sorun çıkmazmış gibi.

Mesela Deniz’in yazdığı mesaja alışmıştım. Şu an tekrar yazsa o kadar korkudan titremezdim herhalde, diye düşünüyordum. Ama aradan biraz bile zaman geçince bu düşünce tamimiyle kayboluyordu.

Geçmiş anı olabilirdi fakat anılarım beni korkutuyordu.

Dünü bile sevmezdim bu nedenle. Gözlerimi yumdum. Ona ikimiz için iyi bir hayat yaşayacağıma söz vermiştim fakat onun yaşamak istediği hayat bu mu olurdu? Gözlerimi açtım.

Eğer fazla düşünürsem dünyadan nefret ederdim. Bu yüzden düşüncelerime engel olmak için doğruldum ve yere indim. Elizabeth içeride şarkı söylüyordu.

Sesi aman aman güzel değildi fakat kötü de değildi. Hatta bazen onun sesini kendi düşüncelerimin içerisinde boğulmamak ve dış dünya ile irtibat haline kalabilmek için tutunduğum bir liman seçmiştim.

Dikkatimi dağıtmak için ona kulak verirken çalışma odasından getirdiğim eşyaları tekrar kontrol etmeye başladım.

Bazı insanlar için vaz vermek kolaydı, dünü sevmezsen bu gün olamazsın gibi. Kendi dışımda birilerine bunu söylemek tabii kolaydı. Fakat benim için değildi.

Geçmişte çok hata yapmıştım. Ve hataları, olanları- yaşananları hatırlamaktan nefret ediyordum.

Kanepeye oturup arkama sıkıca yaslandım. Artık evde yalnız değildim. Korkuyordum fakat şu an neyden korktuğumdan emin değildim. Arada oluyordu.

Kafamı duvara çevirdim. Dakikalar birbirini kovalarken telefonum çaldı. Kaşlarımı çatarken, Alex’tir herhalde diye düşündüm. Saatten açtım. “Alo?” “Alo Eylül, nasılsın?”

Sinirle öne eğilip siyah saçlarımı yolarcasına tutum. Dişlerimi sıktım. Yine mi dekan! Keşke açmasaydım! Of, bundan sonra bakmadan telefon açarsam iki olsun.

Millet danışman hocalara zor ulaşıyordu, benim bu dekanla oynadığım köşe kapmaca neyin fesiydi?

“Buyurun dekan bey?” “Okula uğrayabilir misin?” Akşam akşam ne istiyordu acaba? “Üzgünüm-“ Üzgün değildim. “Ama bu imkansız, akşam çok önemli ve iptal edemeyeceğim bir işim var.” “Ben sadece senden bir saatini istiyorum.”

“Dekan bey anlıyorum fakat akşam-“ “Akşam değil Eylül hanım, şimdi.” “Şimdi?” “Evet, 10 dakika içerisinde okulda ol.” Daha bir şey söyleyemeden telefonu kapattı. Okula gitmem zaten 15 dakikamı alıyordu.
Ellerimle yüzümü kapattım.

Yavaşça şömineye baktım. Konuyu kavramakta geç kalmış, bu nedenle zihnimi toparlayıp, durumun farkına varıp lehime cevaplar verememiştim.

İçeriden sesini duyurmak için hafif bağırıklı bir ses geldi. “Her şey yolunda mı?” Homurdanırken ayağa kalktım. “Evet Elizabeth, benim okula uğramam gerekiyor.”

Mutfaktan çıktı. Beyaz yüzünde merak dolu kırışıklıklar oluşmuştu. “Bir sorun mu oldu?” Akşamın bu saatinde okulda bir şey olması onu da şaşırtmış olmalıydı. “Hayır. Dekan çağırıyor bir saatte dönerim.”

Kafasını sallarken merdivenlerden yukarıya çıktım. Dekandan nefret ediyordum. Umarım onu komiteden atarlar!

Alex’i aradım. “Selam kaptan?” “Ben bir okula uğrayacağım. Bir saat gecikebilirim.” “Saat 8.34.” Dedi şaşırarak. “Bende ne olduğunu bilmiyorum.” “Önemli bir şey varsa kaptan, beni haberdar et.”

“Pekala, Siz eve gelin, Elizabeth size yemek hazırlıyor, siz bitirene kadar dönerim.” Güldü. “Dekan ha?” “Ne istiyorsun?” dedim sinirle. “Hiç! Sadece dekan mı olsam diye düşündüm.” “Alex kapatıyorum.”

“Peki kaptan görüşürüz.” “Görüşürüz.”
Üstüme koyu hardal bir tulum geçirdim. içine de vişne çürüğü boğazlı bir kazak ve hızla aşağı indim. Kafama siyah bir bere geçirirken kabanımı giydim ve bir atkı aldım. Kapıdan çıkarken “Görüşüz!” Diye bağırdı Elizabeth. “Görüşürüz.”

Hızla arabaya bindim. Lanet dekan! Gaza bastım. Yerler kaygan olduğundan araç hızlı gitmeme izin vermiyordu. Çenemi direksiyona dayamış, farların aydınlattığı karanlık yola bakarken sinir krizi geçiriyordum. Lanet akıllı sistem.

Dekan beni aradı. “Buyurun dekan bey?” Dedim dişlerimi gıcırdatırken. “Geliyor musun Eylül?” “Evet dekan bey, yoldayım.” “Acele et.” “Kusura bakmayın dekan bey ama acele edemem, bekletmekten nefret ettiğimi sizde biliyorsunuz fakat yollar kaygan ve araç belli bir limitin üstüne çıkmama izin vermiyor.”

“Ne limiti?” “Kaplumbağa hızı.” “Ne diyorsun, anlamıyorum?” “Dekan bey yok bir şey. Kapatın trafikteyim, yollar kaygan.” “Pekala acele et.” “Peki efendim.”

Çenemi daha sert direksiyona dayadım. Fakat sonra doğruldum, derin bir nefes verdim. Dakikalar sonra üniversitenin girişine yaklaştığımda güvenlik bana kapıyı açmadı. Plakam tanımlıydı?

Neler olduğunu görmek için pencereyi açtım. Akşamın soğuk rüzgarı içeriyi doldurdu ve saçlarımın arasında dolandı.
“Eylül hanım?” Dedi güvenlik. Güzel demek hayalet değildim. “Evet? Bir sorun mu var abi?” Gülümsedi, soğuktan yüzü kızarmıştı. “lütfen biraz bekleyin.” Kafamı salladığımda adam birilerini aradı.

Parmaklarımı yavaşça direksiyona vuruyordum. Neler oluyordu? Dakikalar geçerken dekan tekrar beni aradı. “Alo?” “Eylül hanım?” “Buyurun dekan bey?” “Bekleyin, profesör az sonra geliyor.” Ne-ne profesörü? “Anlayamadım?” “Bekleyin, profesör az sonra geliyor.”

Gözlerimi kırptım. “Bununla ne demek istiyorsunuz?” “Gelince öğrenirsin.” Dedi ve kapattı. Bir çokları için dekanın sizi aramasını bırak, yüz yüze görüşmek bile imkansızdı.

Ama öyle olmasını, her ayak işi için beni kullanmasına tercih ederdim. Zibilyon tane asistanı vardı. Ve ben onlardan biri değildim. Penceremi kapatırken, çünkü araç soğuyordu, dikiz aynasına baktım. Yolu çok güzel kapatıyordum nede olsa. Fakat gelen giden yoktu... Gerçi bu saate kim niye gelsindi?

Saat 9’u geçiyordu ve ders çalışmayacaksanız bizim okul bu saate ders koymazdı. Hele kışları dersler erken biterdi. Arkama yaslanırken kimin geldiğini merak ettim. Ya da o geldikten sonra ne olacağını, ya da benimle ne yapmayı umut ettiklerini.

Dakikalar birbirini kovalarken uzakta bir siluet gördüm. Fakat karanlıktan dolayı kim olduğunu seçemiyordum. Dışarıya buhar veriyordu ama bu nefes vermesinden de olabilirdi. Havanın o kadar soğuk olduğunu tahmin ediyordum nede olsa.

Gözlerimi kısarken onu dikizlediğimi belki etmemeye çalıştım. Fara yaklaştığında ise kim olduğunu seçebildim. Ve o duman kesinlikle nefes verdiği karbondioksit değildi.


Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Where stories live. Discover now