-48-

178 13 6
                                    

Emir'in Bakış Açısından

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Emir'in Bakış Açısından

Bir gün önce...

Yolun sonunun bu kadar hüzünlü ve yalnız olduğunu  tahmin edememiştim.

Ayaklarım bir bataklıkta yürüyormuşum gibi kumların içinde bata çıka hareket ederken gözlerimi kapattım. Dalgaların kıyıya vurduğunda çıkardığı o huzur verici sesi dinliyordum. Ne çok kez duymuştum dalgaların sesini. Bazen hayallerimde, bazen gizlice sahile geldiğimde bazen de rüyalarımda...

Kelimelerle aram iyi olmadığı için belki de bir anlam arıyordum etrafımda. Kelimeler benim canımı acıttıkça, ben de kelimelerle insanların canını acıttıkça uzaklaşmıştık birbirimizden.

Buz gibi kumların arasında daldırdım parmaklarımı. Avucuma doldurduğum bir avuç kumu rüzgara karşı salıverdim. Kum tanelerinin bir bir avucumdan rüzgarla savrulmasını izlerken yüzüme buruk bir gülümseme yayıldı.

Korkusuz olduğumu sanmıştım. Korkusuz değil korku doluydum... Haklı değil pişmandım. Uzun bir süredir aynaya baktığımda yalnızca kaybettiklerimi görüyordum. Yalnızca yaptığım hataları görüyordum.

Ne kendimi ne de etrafımdakileri anlayabilmiştim. Kim kazanmış yada kaybetmişti bilmiyordum artık. Bir önemi de yoktu.

Dalgalar kıyıya vurup ayaklarıma kadar uzanıyor pantolonumun paçalarını ıslatıyordu. Buz gibiydi su.

Kalbim gibi soğuktu.

Bizim hikayemizin kötü adamı ben olmak istemiştim. İçimdeki karanlığın Kıvanç'tan çok daha siyah olduğunu bildiğimden belki de... Herkesin canı yansın istedim, benimki yanıyordu çünkü.

Sonunda sadece ben yalnız kalmıştım. Bu hikayede bana yer yoktu. Serin rüzgar saç tellerimin arasından süzülüyordu. Anılarımı her seferinde canlı tutan yosun kokusu yüzüme çarpıyordu. Bu sahilin son anlarımda zihnimde canlanacağını biliyordum. Zihnimde kalan en renkli anın ne olacağını bildiğim gibi... Serginin son tablosundaki sahneyi görecektim.

O günden sonra anlamsızlaşmıştı yaşadıklarım. Giderek büyüyen ve beni içine çeken bir yalandan ibarettim sanki. Değmiş miydi? Benim dışımda kimse yara almış gibi durmuyordu. Değmemişti elbette.

Beni kimse anlamamış, anlamak da istememişti. Yanımda kimse durmamıştı. Gökyüzü tuhaf koyu bir laciverte boyanıyordu. Her zamanki gibi yıldızsızdı. Biraz daha beklersem hava aydınlanmaya başlayacaktı.

Toprak patika yola doğru yöneldim. En tepeye kadar upuzun bir yol vardı önümde. Bedenim her adımda biraz daha hafiflemiş gibi hissediyordu kendini. Vicdanımdaki yüklerden kurtuluyordum belki de.

Derin bir sessizlik hakimdi sahile. Dalgaların kıyıya vuruşu ve rüzgarın fısıltısı dışında bir ses duymuyordum. Görünürde kimse yoktu.

Esaretim bile bırakmıştı peşimi, babamın adamları artık takip etmiyordu beni. Sonunda kendim ile baş başa kalmıştım. İyi gelmemişti gerçek benliğim ile tanışmak. Kabul etmek istemediğim kadar kusuru vardı...Hiç fark etmek istemediğim kadar kırgındı.

Patika yolda yukarı doğru tırmanıyordum. Bir kayanın en tepesine, uçuruma doğru yürüyordum.

Ben yukarı doğru yol alırken güneş doğmaya başladı. Gökyüzü turuncu bir renge büründü. Bulutlara yansıdı kızıl turunculuğu, pamuk pamuk duruyordu gökyüzü.

Patikanın kenarlarında açmış papatyalardan birini kopardım. Parmaklarımın arasında döndürüp durdum sapını, en sevdiği çiçekti papatya.

Kızacak mıydı bana verdiğim karar yüzünden? Sergi açılışı neredeyse bir hafta önceydi. Gelmemişti, sonraki günlerde de gelmeyecekti biliyordum. Hiçbir zaman anlamayacaktı. Zihnimde kalan tek canlı anının onunla sahilde geçirdiğim o gece olduğunu söylemek istedim defalarca kez ama beni anlamadı. Hiçbir zaman duymadı beni.

Kelimeler mi ihanet ediyordu bana hatalarım mı?

Aşk mı bırakıyordu elimi o mu?

En tepeye kadar adım adım ilerliyordum. Gökyüzü gittikçe kızıllaşıyor, rüzgar hızını artırıyordu.

Uçurumun en tepesine ulaştığımda kollarımı iki yanıma açtım. Bir tokat gibi çarpsada rüzgar yüzüme hiç bu kadar özgür hissetmemiştim kendimi. Yolun sonuna geldiğimde neden umut dolu hissediyordum? O sessizliğin ortasında yalnızca dalgaların kayalara vuruş sesi ve rüzgarın ıslığı vardı kulaklarımda.

Manzara resimleri yapmaktan pek hoşlandığım söylenemezdi ama o an gördüğüm manzarayı belki onlarca kez çizebilirdim. Martılar uçuyor, kızıl güneş gitgide yükseliyordu.

Çömeldim ve kayanın üzerine oturdum. Papatya hala elimdeydi, yağmur yağmadığı halde papatyanın üzerine bir damla düştü. Neden ağladığımı bile bilmiyordum, oysa kalbimdeki yük hafiflemiş gibiydi.

Papatyayı kayanın üzerine bıraktım ve ayağa kalktım. Yüzümü ıslatan göz yaşlarını elimin tersiyle savuşturdum. Geri dönmeyecektim kararımdan. Uçuruma doğru bir adım daha attım. Kayaların üzerine vuran dalgalar beyaz köpüklere dönüşüyordu.

Bir yol ayrımı daha vardı önümde. Yıllar önce olduğu gibi bir seçim daha yapacaktım. Kollarımı tekrar açtım ve boşluğa doğru attım adımımı.

Önce yakıcı rüzgar ile buluştu bedenim, sonra binlerce iğne aynı anda battı. Buz gibi su bedenimi sarmaladı ve aşağı doğru çekmeye başladı.

Hareket etmedim, yalnızca dalgalara bıraktım kendimi. Göz kapaklarım kapalıydı, hangi sahneyi düşüneceğimi biliyordum. Kendimi hazırlamıştım.

"Kendi doğum gününde bana hediye mi veriyorsun?"

Güldüğünde çok tuhaf bir etki yaratıyordu yalnızca bir kaç saat önce tanıştığım bu kadın. Etrafındaki herkesi gülümsetecek kadar güzel gülüyordu. Kahve kupasını dudaklarına götürdü. Sarı buklelerinden biri gözünün önüne doğru düştüğünde parmaklarım istemsiz olarak ona doğru yöneldi. Ani bir hareketle elimi geri çektim.

Yalnızca birkaç saat önce tanışmıştık, çok tuhaf olurdu böyle bir şey yapmam. Zaten başka ülkelerde yaşıyorduk, birbirimizi tekrar göreceğimizi bile düşünmüyordum.

"Satılmayan tek tabloyu beğendiğin için şanslısın."dedim gülümseyişine karşılık verirken. Lacivert gözlerin önünde otururken o tabloya bakışını asla unutamayacaktım. Sanki kelimeler olmadan konuşabiliyordu tablodaki adamla, sanki yalnızca o görebiliyordu o adamın hiçbir zaman özgür olmadığını.

Seneler öncesine ait olan bu anı neden sanki o zaman diliminin içindeymişim gibi capcanlıydı?

Selin'in sarı bukleleri ışıldıyor gibiydi. Tablodaki gözler capcanlı bir lacivertti, hırçın bir okyanus dalgasına benziyordu.

Göz kapaklarım aralandı. Yüzeye yansıyan ışık huzmesinden gittikçe uzaklaşıyor, en dibe kadar sürükleniyordum. Yanılmıştım.

Her zamanki gibi yanılmıştım.

Gözlerimden bir damla daha yaş süzüldü ve karıştı dalgalara. Zihnimde uzun bir süredir sessizliğe bürünen ses son kez konuşmaya karar vermişti.

"Tekrar dene, geç değil."

Bedenim uzun süredir gücünü kaybetmiş gibiydi. Boynuma kadar battığım o bataklık beni içine çekerken çırpınmayı bırakmış yalnızca teslim olmuştum.

Suyun soğukluğundan alev alev yanan bedenim geriye kalan son gücünü toparlamıştı. Yüzeye doğru itti kollarım güçsüz bedenimi, tekrar başlamak için henüz geç değildi.

Sensizlik Senfonisi Where stories live. Discover now