6. Bölüm | Ormanların Gizemi

3.5K 334 388
                                    

Thirty Seconds To Mars - End Of All Days


"Anlamanın tek kaynağı, acı duymaktır." Dostoyevski

❄️

NEHİR

Sessizliğin içindeki uğultu bile bize bir şeyler anlatmak için çabalıyordu sanki artık

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sessizliğin içindeki uğultu bile bize bir şeyler anlatmak için çabalıyordu sanki artık. Arkamıza bakmadan eşyalarımızı toplayıp bu beyaza gömülü şehirden kaçmamız için kulağımıza fısıldıyor, yalvarış dolu ağıtlar yakıyordu. Ancak buradan çıkmak, bu toprakların sınırlarını geçmek istiyorsak, önce bizi içeride tutan duvarların önlerine siper olmuş düşmanlarımızı yenmeliydik.

Beynimde tekrarlanan kelimeleri susturmayı beceremiyordum. Dün sabah annemin söyledikleri o kadar kapana kıstırmıştı ki beni, sanki anahtarı elimde olan prangalar bileklerimi aşındırmaya başlamışlardı. Ancak bildiklerinden şikâyetçi değildim. Hem kendimi güvende hissediyordum hem de ondan bir şeyler saklamak zorunda olmadığım için daha rahattım.

Kasvetli Soğuksu şehrinin içinde, gözleri kötülükle bürünen canavarların ininde yaşamaya çalışıyorduk hepimiz.

Kafamı dağıtabileyim diye oturduğum yerde etrafıma bakındım; okul kantininde yine bir curcuna vardı. Yiyecek alabilmek için tezgâhlara doluşanlar, masadan masaya bağırışanlar... Biz de Naz, İrfan, Mert ve Gece ile birlikte pencere kenarında duran altı kişilik büyük bir masada oturuyorduk. Öğleden önceki iki saat sözel, üç saat sayısal olmak üzere toplam beş saatlik derslerimizi atlatmış, yemeklerimizi yemiştik. Naz tam karşımda bir matematik test kitabının üzerine gömülmüştü, Mert ise ikinci sandviçini bitirmek üzereydi. Ben de Gece ve İrfan'la birlikte çok da suya sabuna dokunmayan bir konudan muhabbet ediyordum.

Naz, birdenbire kafasını kaldırıp, "Sekant neydi ya?" diye ortaya sordu. Saçları dağınıktı, uykusuzluktan gözlerinin altı morarmıştı. Son olanları düşünmemek için kendini derse verdiğini biliyordum, zira ikimiz de aklımızı sıyırmamak için bir şeylerle meşgul olmalıydık. Yoksa bu karmaşanın içinden kurtuluş mümkün değildi.

Naz'ın söylediğine göre, Levent Amca da tıpkı annem gibi, "Her şeyi kendin öğreneceksin," demiş ve kendince konuyu kapatmıştı. Tek bildiğimiz, ailelerimizin de artık bu olayların içine dâhil olduğuydu, belki bizden önce de her şeyin farkındaydılar; sonradan dâhil olanlar aslında onlar değil, bizdik.

"Bir bölü kosinüs," diye yanıtladı İrfan, Naz'ın sorusunu. Dışarıdaki sulusepkenin damlaları kantinin camına hücum ediyorlardı. Şehir karanlığa gömülüydü yine; sokak lambaları, arabaların farları ve binaların ışıkları yanmak zorundaydı. Koyu laciverte bürünen bulutların hepsi güneşin önünde âdeta bir duvardı.

"Of ya..." Naz kaşlarını çatarak bakıyordu elindeki test kitabına. "Çözemiyorum şu soruyu bir türlü."

Henüz bu konuyu diğerlerine anlatmamıştık. Aslında ikimizde de ağızlarımızı açıp bu konuyla ilgili iki kelâm edecek cesaret yoktu. Tek yaptığımız geri plana atmaktı, ertelemeye çalışmak... Sanki hiç konuşulmasa, hiç yaşanmamış sayılacaktı bütün bunlar. Bu buzdan kalelerle örülü şehrin içindeki fantastik dünyaya bodoslama daldığımızı birkaç dakika da olsa aklımızdan çıkartabilirdik belki.

SOĞUKSU: Karanlık Şehir & Kralların SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin