20. Bölüm | Ay Işığında Parlayan Yıldızlar

3.1K 178 709
                                    

Slipknot - Snuff

❄️

NEHİR

Eski parmak izlerini üzerinde taşıyan siyah beyaz piyano tuşlarının, duvarların arasında dolandırdığı düzenli notaların yarattığı hoş ve rahatlatıcı etkisiyle açtım gözlerimi. Zihnimde eko yapan tanıdık melodi, tenimde cazırtılar çıkartarak beni uykunun kollarından kolayca kurtarmıştı.

Bedenlerimizin ısıttığı sıcak yorganın altında, üçlü koltuğun kenarında kirpiklerimi birbirinden ayırdım; bomboş salonun çıplak duvarları bana âdeta gülümserlerken, tam karşımdaki sönmüş şöminenin içinden hafif bir kül kokusu geliyordu. Geceden bu yana hâlâ durulmayan yağmuru duyabiliyordum, soğuk su damlalarının bahçe kapısına devrilişi tıpırtılar halinde kendini rahatça belli etmeyi başarmıştı bile.

Neredeyse karnıma kadar çekmiş olduğum dizlerimi gevşetip bacaklarımı yavaşça oynattım. Antreden yükselen piyano sesinin, göğüs kafesimde gümbürdeyen kalbimin atışlarını düzenleyişini hissedebiliyordum. Koltuğun geri kalanındaki boşluk, bütün bir gece yanımda yatmış olan bedenin sıcaklığını korumaktayken, birkaç saat öncesine ait anıların aklıma gelişiyle beraber dudaklarımda istemsiz bir gülümseme meydana geldi; onu öpmüştüm. Bu belki geri dönüşü olmayan bir hataydı ama ömrüm boyunca da pişman olmayacağım bir şey yapmıştım dün gece.

Eğer birbirimize geç kalsaydık, bu ölümden daha çok canımı acıtırdı.

Yerimde hafifçe doğrulup oturma pozisyonuna geçtim ve zihnimi uykunun etkisinden tamamen sıyırabilmek için ilk önce boş boş etrafıma bakındım. Alacakaranlık mavisinin bütün renklerin üzerine çıkıp kendi hakimiyetini ilan ettiği salonda, karış karış sükût dolanıyordu.

"Benim ailem sensin. Ben bütün ömrümü senin avuç içlerine bırakıyorum."

Düşüncelerimi esir alan bu cümlelerin etkisiyle, yüzüme yayılan aptal sırıtışın iyice genişlediğini fark etmiştim. Bedenimi örten yorganı kaldırıp bacaklarımı aşağıya salladım ve koltuktan uyuşuk hareketlerle kalktım; ayaklarımda çorap yoktu, soğuk parke tabanlarımı üşütüyordu. Salık, hafif dağılmış saçlarımın omzumdan aşağıya dökülüşünü hissettim, burnuma hücum eden hoş bir şampuan kokusu, salonun içine yayılmış yakıcı kül kokusunu kolayca bastırmıştı.

Aralık olan salon kapısından çıkıp, daha da serin olan antreye geçiş yaptığımda bakışlarım ilk iş sağ taraftaki duvara yaslanmış olan piyanoyu buldu. Kahverengi ahşabın kenarlarına işlenmiş desenler solgundu fakat sanki dünya yıkılsa bile sapsağlam duracak gibi görünüyordu. Yılların verdiği yorgunluktan dolayı artık eskisi gibi gür notalar çıkaramasa da, bu piyanonun benim gönlümde oldukça büyük bir yeri, büyük bir evi vardı.

Sağ omzumu duvara yaslayıp kollarımı birbirine kavuşturdum ve ömrüm boyunca şahit olabileceğim en güzel görüntülerden birinin tadını çıkarmaya başladım; piyanonun hemen bitişiğindeki kahverengi sandığa oturmuş, ince ve uzun parmaklarıyla tuşlara hüküm veren adamın derimin altında çıkardığı yangını duyumsayabiliyordum. Yeşil gözlerini ellerinden ayırmadı, ancak orada olduğumu biliyordu; aramızda cazırdayan elektriği kör gözler bile görür, doğuştan sağır olan insanlar bile duyabilirdi.

Parçanın sonuna geldiğinde, parmaklarını yavaşça tuşların üzerinden çekti. Sessizliğin koca bir okyanus dalgası misali ortamıza devrildiğini fark ettiğim sırada, dışarıdaki yağmurun sesini duymuştum. Neden bilmiyordum, ama bu anı hiçbir şeyin bozmamasını diliyordum sadece.

"Moonlight," diye mırıldandım, Ulaş bakışlarını bana doğru çevirdiği sırada. "En sevdiğim parça."

Karanlık bir ormanın bütün sırlarını kirpiklerine taşırken, ağaçların arasında parlak güneşin doğuşunu görebilmiştim sanki onun gözlerine baktığımda. Bambaşka hissediyordum. Sanki dünyada artık bana ondan daha yakın hiç kimse yoktu.

SOĞUKSU: Karanlık Şehir & Kralların SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin