2.Bölüm: "Bir yaş daha büyümenin elemi"

2.6K 179 23
                                    

2.Bölüm| Bir yaş daha büyümenin elemi

İnsanların nefretten çizilmiş bakışlarının göğsünü karaladığını, kalbinin ortasına derin bir çizik attığını hissetti. Adımları hızlandı, biraz daha kalırsa onlara benzeyeceğinden korktu.

Salondan çıkıp onların denetiminden ayrıldığımda koşmamak için verdiğim mücadele en üst seviyeye ulaştı. Bana ne yapıyorlardı böyle?

Onu selamlamak için duran hizmetkarlar, şaşkın bakışlarını gizleyemiyorlardı. Kaçar gibi yürüyen Prenses, saat on ikiyi vurmadan evine yetişmeye çalışan Külkedisi gibi gücünü kaybetmeden odasına girmeyi diliyordu.

Yüzümde kuruyan çorbanın suyu midemi bulandırıyordu. Şakağımdaki kuruluk hissini elimin tersiyle yok etmeye çalışırken odamın kapısını açarak kendimi içeriye attım. Kapıyı kilitleyerek etrafıma bakındım, yüzümü yıkamak büyük bir zahmet gibi göründüğünde olduğum yere çöktüm.

Hâlâ ışık alan odamı, güneşin yerini değiştirmek suretiyle karanlığa boğmuşlardı. İçeriye yağdırdıkları oklar beni değil zaten ölü olan kızı bulmuştu. Onu bir kez daha yaralamaya gerek var mıydı? Son olana çoktan ulaşmıştı zaten.

Her yıl bir yaş daha büyümenin elemini hisseden ben, zamanın durması gibi bencilce bir istekten vazgeçerek bu hayatın artık sönmesi gerektiğinin farkına vardığımda henüz on altı yaşında  bir çocuktum.
İçimde devrile devrile heybetleşen ölüm kelimesi, her yaş aldığımda biraz daha evcilleşti. Onu eğittim, ansızın karşıma çıkmasını engelledim, korkakça gitmeyeceğimi anlattım ona.

Ben, yaşamın elleri şifadan uzak iki kelepçeyken bile yaşadım. Tüm oklar bana doğrulduğunda ve herkes ölmem gerektiğine inandığında bile yaşamanın bir yolunu buldum. Çünkü annem gibi değil, onun gibi değil.

Prenses, neredeyse bir saat kadar hiç kıpırdamadan boşluğu seyretti. Kapıya endişeyle vuran Venessa'nın sesini duyduğunda yavaşça ayağa kalktı. Bacaklarının karıncalanmasından ötürü yüzü buruşmuştu. Kapının kilidini açar açmaz Venessa'nın tedirgin bakışlarıyla karşılaştı.

"İyiyim." diyebildi, yorgun argın.

"Size ne olmuş böyle? Bileğiniz..." Venessa korku içinde bağırmaya başladı. "Ne oldu size?"

Prenses kanayan bileğini çoktan unutmuştu, önemli değil dercesine bir bakış attı. Yatağına oturdu. "Baksana, Venessa. Bir Prenses'ten çok deliye benzemiyor muyum?"

"Hemen üstünüzü değiştirmelisiniz, ben de bileğiniz için gerekenleri getireceğim."

Prenses itiraz etmedi, Venessa odadan çıkınca üstündekileri çıkardı, üzerinde iç çamaşırları varken banyoya giderek kalıntılarla lekelenen elini yüzünü yıkadı. O sırada aynaya bakmamaya büyük özen gösterdi, üzerine hızlıca bir gecelik geçirip boş gözlerle etrafı seyretmeye devam etti.

Venessa en son Prenses'in bileğini sardı ve ona baktı. "Gözlerinizin içi bomboş." diye mırıldandı. O da biliyordu ki saray ihtişamlı bir hırsız, Prenses'in gözleri ise hoş bir sahibeydi.

"Hayır, Venessa." diye karşı çıktı, Prenses. "Gözlerimin içi ölesiye dolu, o yüzden bir boşlukmuş gibi görünüyor."

"Lütfen Kraliçe'den uzak durun."

Kalbinde boş bir arazi büyüyordu ve bu boş arazi, kaburgalarına kadar genişleyerek onun küçük bedenini sıkıyordu. "Ne kadar zor geldiğini sen de hissediyorsun, değil mi?"

Venessa, gözlerini kaçırarak ağır ağır başını salladı. Arkadaşının göğünden düşen parçaları eteklerinde toplamak, ona tekrar iade etmek istedi ama bu, mümkün değil gibi görünüyordu.

Prenses yatağının kalın örtüsünü kaldırmak için hareket ettiğinde Venessa, onu durdurup kendisi halletti. Yatağına uzandığında ise üzerine örtüsünü örttü. Ardından onu düşüncelerinden ayırmak için saraydaki ilginç haberleri anlatmaya koyuldu.

Prenses, Venessa'yı dinlemeye çalışıyor ancak zihnindeki kalabalık, Venessa'nın sesini eziyordu. Venessa bunu Prenses'in kırışan alnından fark edebiliyordu, anlatmayı bırakıp yere oturdu, sırtını yatağa yasladı. Nihayet Prenses'in yorgun düşen bedeni uykuya direnemedi ve düzenli nefes alışverişi odaya bir ses kattı.

Venessa, başını karnına doğru çektiği dizlerine dayadığında kahverengi saçları bacaklarından sarktı. Prenses'in düştüğü çukurun her yıl daha da derinleştiğine şahit olan Venessa, artık o çukurun Prenses'in ölüsü için kazıldığını biliyordu. Garip olanı da bunu birkaç kişi değil, tüm Veronika halkı biliyordu. Sarayın mahremiyeti ülkenin kutsalıyken Prenses'in mahremiyeti, hep ülkenin ayaklarının altında kalmıştı.

Veronika, Prenses'in ömrünü zamandan çalıp kendi kanlı tarihine feda etmek istiyordu.

Venessa, onu herkesten koruyabilmeyi dileyerek olduğu yerde ileri geri sallandı.

Gözlerimi zar zor açarken Venessa'nın kapıya koştuğunu hayal meyal seçebildim. Kapı yumruklanırcasına vuruluyordu. Doğrularak sırtımı yatağın başlığına yasladım. Seza'nın öfkeden kızaran yüzünü görmek elbette ki beklediğim bir şeydi.

"Majesteleri sizi bekliyor." demekle yetindi ama bana bağırıp çağırmak için can attığı ortadaydı. Nitekim benden çıkaramayacağını anladığı sinirini Venessa'dan çıkarmaya kalkıştı.

"Hekime hanım, hastalarınız sizi beklerken siz burada uyukluyor musunuz?"

"Ben de o hastalardan biriyim." dedim, sinirlenerek. "Ayrıca bildiğiniz üzere o benim şahsi yardımcım." Hayır, arkadaşım.

"Unutmayın Prenses, saray hekimliği her şeyin üstündedir."

"Unutmam, şimdi çıkabilirsiniz."

Venessa'ya dönerek, "Neden işine bakmak yerine başımı bekliyorsun?" diye homurdandım.

"Rahat olmamak hoşuma gidiyor."

Venessa'ya kaşlarımı çatarak baktım. "Bunu bir daha yapma." Üzerimdeki ateşi ona da bulaştıracaksam yanımda olmasının ne gibi bir iç rahatlığı olabilirdi ki?

"Hemen hazırlanmalısınız." dedi, beni duymamış gibi. Endişeli sesi, zihnimin uğramadığı düşüncelerin yolundan geliyordu. "Majesteleri size ceza vermek niyetinde sanırım."

Derin bir iç çekip bu uzun günün hızlıca geçmiş defterine çekilmesini diledim. "Haklısın." dedim, ayaklanarak. "Başım belada."

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin