17.Bölüm: "Yanlış Yer ve Yanlış Zaman"

369 49 43
                                    

17.Bölüm | Yanlış Yer ve Yanlış Zaman

Gözlerinden aşağısına bakarken dudaklarına yerleşmesini beklediğim alaycı kıvrılış, oraya hiç uğramadı. Bakışlarımı siyah ceketinin sol göğsünde duran sarı işlemeli başak figürüne indirdim. Başından beri ikili mi oynuyordu? Bu kadar rahat, bu kadar umursamaz?

Ona eşlik ederek alelade bir şeyden bahsediyormuşum gibi, "Seni baştan çıkarmak mı?" diye sordum. Anlaşılan bu  adamın kafası benimkinden daha bulanıktı. "Duvarı tercih ederim."

Devrim de Prenses gibi önüne döndüğünde kısık gözlerle koridorun ucunu süzüyordu. Parmakları iki yanında ritim tutarken, "Duvarı tercih ettiğinde," diye mırıldandı. "Yanında olacağım."

Köşesine çekilmiş mantığım, kurduğu cümleye omuz silkerken aklımının öne attığı ilk şeyi dillendirdim. "Sabahki adamı  çabuk harcadın."

Devrim başını eğdiğinde kahverengi saçları, bastonuna yaslanan yorgun bir adam gibi alnına tutundu. Eğik duran başına rağmen Prenses'in yüzü hâlâ aşağısında kalıyordu. Yalnızca gözlerini ona çevirmekle yetinerek, "İtiraf et," dedi, kendinden emin olmanın rahatlığıyla. "Sen sabahki Devrim'i değil, kafandaki Devrim'i harcadığım için öfkelisin."

"Kafamdaki Devrim'i harcadığın doğru." Düşünceler, zihnimin kapalı kapısına baktı. Halsizliğin soluk nefesi alnımdan süzüldü. "Ama biliyorsun, bir Devrim daha var ve o sensin. Seni harcayacak olan ise benim."

"Peki." Sesi harflerin kirinden muaf, tertemizdi.  "Beni harca." Mavi gözlerinin ışığını şakaklarımda hissettiğimde karanlığı geri istedim. "Ama yalnızca beni harcadığından emin ol."

Devrim, yavaş adımlarla onun yanından geçip koridorda kaybolduğunda yalnız kalan Prenses, dizlerinin bağının çözüldüğünü sandı. Kendisini öylesine kasmıştı ki Devrim'in ayrılışıyla gevşeyen yüz kasları, uzun süre çekilen bir lastik gibi gerilmiş; yüzündeki  enine köprü yıkılacak gibi olmuştu. Odasına kadar nasıl çıktı, boğazında çalkalanan asitli suyu nasıl geri itebildi kendisi de bilmiyordu, üstelik buna hayret etmeye bile fırsatı olmamıştı. Koşturarak kendisini banyosuna attığında odasındaki Casper'ın varlığı onun için silikti.

"Yine ne oldu?" Cehennem ateşi boğazımda demlenirken Casper'a gitmesini işaret ettim. Göğüs kafesimi aşındıran sıvı, geçtiği yerleri eritirken tırnaklarım avuçlarımı dişliyordu. Karşıma geçen birinin boğazımdaki tüm damarları sayabileceğinden adım kadar  emindim.

Endişenin sersemlettiği Casper, bir süre banyoda döndü durdu, en sonunda Prenses'in yanına çöküp  sırtını sıvazlamakta karar kıldı.

Prenses, sanki her an boğazı yırtılabilirmiş ve onu bir arada tutması gerekiyormuş gibi parmaklarını boğazında toplamış, tetikte duruyordu. Belki de bu kustuğu, sabahtandır duyduğu zehirli cümlelerdi. Öyle ya, kendisi kulak asmadığını iddia etse de kalbinin sesi soluk geliyordu.

Boğazım tahriş olmuş bir şekilde geri çekildiğimde kendimi kontrol etmenin çok uzağında, kendimden geçmenin baş ucundaydım. Öyle ki Casper, havluyu bana uzatmaktan vazgeçerek önüme çökmüş, yüzümü kurulamış ardından kolumun altına girerek beni yatağıma götürmüştü.

"Biraz uyumalıyım." Casper'ın üzerimden attığı örtüye uzanıp ona sarındım. "Ama uyumamalıyım, çok işim v..." Harflerim bile uyuyakalmıştı, neyden bahsediyordum ben?

"Ateşlenince ne yapılıyordu?" Casper düşünceli gözlerle Prenses'e baktı. Örtüye sarınmalı mıydı yoksa sarınmamalı mıydı? Casper, onun solgun yüzünü seyrederken bir çıkar yol bulmaya çalışıyordu."Birilerini mi çağırsam? Nasıl yapacağım?" Gözleri etrafta küçük bir bez parçası ararken bu durumu bir de ayaktayken sürdürdü. Prenses'in alnında yıldızlanan teri söndürmek, şu an için daha elzemmiş gibi hissetti.

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin