24.Bölüm: "Aynı kaderin çocukları"

144 21 96
                                    

Bölüm şarkılarımız;
Kaçar Gider, Dolu Kadehi Ters Tut
Benimle Kayboldun, Kaan Boşnak
Medicine, Au/Ra

İyi okumalar♡

24.Bölüm | Aynı kaderin çocukları

Elsa'ya kalırsa Adel'in gözlerinde yansıyan kendisi değil, gökyüzüne bakarak af dileyen çocukluğuydu. O artık bir şeyleri değiştirmek isteyen çocuk değildi, değiştirecekti. Ucundan yaka yaka tutuşturduğu bir ömür kendisine ne kadar yeterse o kadar yanacaktı. Elsa, eksiksiz bildiği tek şeyin bedel ödemek olduğundan artık tüm kalbiyle emindi, ondan daha ustası olamazdı.

"Görevimi yerine getireceğim." dedi, kararlı bir sesle. "Ardından hangi tarafta olduğumu bilmenizi sağlayacağım."

Başını iki yana sallayan Prens'in kahverengi saçları da alnında sallanıyordu. "Yalnızca hangi tarafta olduğunu bilmek istemiyorum." Gözlerinin içindeki renkler bile tavanlarından basılıp kısıldı. "Nedeni de bilmek istiyorum."

Elsa anlam veremeyen gözlerle karşısındaki adama baktı. Belli ki bildiği bir şeyler vardı ama niçin doğrudan değil de dolaylı bir yolu tercih ediyordu? "İsterseniz," dedi Elsa, kabul etmekten uzak bir sesle. "İstediğiniz her şeyi öğrenme gücüne sahipsiniz. Siz bir prens ve ben ise bir..."

"Canım istemiyor." Adel ona arkasını dönüp koltuğuna ilerledi. "İşini düzgünce ve en kısa zamanda halletmeye bak." Yüzünü ona döndü. "Hikayeni duymayı sabırsızlıkla bekliyorum."

Elsa, bu sözlerin üzerine herhangi bir cümle daha eklemeyip küçük bir selamlamanın ardından Prens'in odasından ayrılırken şaşkındı. Bu kadar çabuk sona gelmeyi beklemiyordu, yapmak istediği çok daha fazla şey vardı. Ama sanırsa artık mühim değildi, Prens diğerlerinin üzerinde durmadığı bir ayrıntıdan yıllar büyütmüştü; her şeyi bilmesi daha adildi. Bunu bilmek biraz da olsa içini rahatlatıyordu.

Tıpkı onun yürümekten yorulduğu bu yol gibi umutsuz ve uzun bir yolda yürüyen Bren, Irmak'ın daveti üzerine onun evine girdiğinde bu ışıksız yola anılardan bir mola verdiğini düşündü.

"Hâlâ nefes alamıyorum." Irmak'ın sevincini gizlemek adına yalandan sinirli görünen yüzüne baktı. "Bana sarılmayı ne zamandan beri bekliyordun?" diye soruyordu, çocukca bir homurdanma eşliğinde. "Askerlik arkadaşı mıyız neyiz, canım..."

Bren onu duymazlıktan gelmek üzerine ustalaştığından, "Nereye geçeyim?" diye sordu, kale almıyormuş gibi.

"Sence?"

"Oturma odası?"

"E, yani. Yoksa..." Irmak kötü bir bakış atıp baş muhafızın koluna vurdu. "İstanbul'u toplattırma başına, efendi efendi otur."

Baş muhafız kendisine yapılan haksız suçlama karşısında hayretle gülerken, "Uzun yıllar boyunca kurduğun o senaryolarda," diyordu, gözlerini kısarak. "Bizi nasıl sahnelerde oynattıysan artık."

Irmak yüzünü buruşturarak elini havaya kaldırdı. "Sağ kroşemin iyi olduğunu söylemiş miydim?"

"Oturayım o zaman ben."

"Otur!"

Irmak, onu oturma odasında birkaç dakika kadar yalnız bırakıp tekrar yanına döndüğünde ellerinde iki kola bardağı vardı.

"Ne biçim doktorsun sen?" Baş muhafız bardağın içindeki kolaya kötü bir bakış attı. "Evinde niye kola var?"

"Ben de seni yere serip," Sarı kaşlarını çatıp kolasını içti. "Ne biçim baş muhafızsın sen diyeyim mi?"

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin