22.Bölüm: "Mavi kuyuda bir çocuk var"

445 41 112
                                    

Hazırken yayınlamak istedim, yarını bekleyemedim. Herkese iyi okumalar♡

22.Bölüm| Mavi kuyuda bir çocuk var

Saçlarımda duran parmakları bir zindanın parmaklıkları gibiydi, benim saçlarım onun tenine sürtündükçe parmaklıklar bükülüyor, oradan bir kız kaçıyor ve kızın kalbi, göğüs boşluğuna sarkıp intiharını gerçekleştirmeden hemen önce, son gördüğü eller onun elleri oluyordu. Onun parmakları, dokunmazken bile yaralarımın üzerinde gezinebiliyordu.

Göğsüm göğsünün üstünde yükselip sönerken yanağımı omzuna yaslayarak ona iyice sokuldum. Bir tarafım kederden çökmüş yüzüyle bizi seyrederken öteki tarafım onun varlığını herkesten ve her şeyden daha yakın hissetmenin afallamasını yaşıyordu. Birine sarılmak kafama sıkmakla benzer şeyler, diyen adam bana sarılıyordu.

Devrim, Hazel'in boynundaki kolunu yavaşça olduğu yerden ayırdığında onun da kollarını çekmesine sebep oldu. Aralarındaki yakınlık olduğu gibi kalırken alacalı gözlerin dağılmış odağına baktı. Cehennem yaylarından sökülüp göğüs kafesine düştü, neyse ki ölüm meleğini yakından tanıyordu

Vicdanının üstünde bir ceset, kokusunun ona sinmesinden çekindi.

Kollarını çekmesine rağmen varlığının eksikliğini hissetmiyordum. Dizleri dizlerimin üstüne, omuzları ise üzerime eğilmesinden dolayı omuzlarıma denk geliyordu. Yüzüne baktığımda gözüme ilk kez bu kadar yorgun gözüktü. Fena hâldeydi, mavi gözlerinin içine çizilen gökyüzü silikleşmiş, kahverengi saçları kavgadan çıktığını belli edercesine alnına dağılmıştı, beyaz gömleğinin ilk iki düğmesi açılmış; dikkat çekici vücut kasları göğsü inip kalktıkça net bir çekiciliğe erişmişti.

"Sanırım," dedi, dudaklarından süzülen nefes aralıklı duran dudaklarımdan içeriye girdi. Onun nefesi boğazımdan süzülüp yutkunmama sebep olurken gözleri bu hareketimi takip etti. Gözlerini tekrar gözlerime kaldırdığında zorlanıyormuş gibi bir sesle, "Bir şeyi öğrenmeye hakkın var." dedi. Sesindeki pürüzleri ilk defa duydum.

Dudaklarını birbirine bastırıp benim gibi yutkundu. Karanlığın ağacından kırılmış gibi duran sık ama kısa kirpikleri mavi gözlerinin üzerini örttüğünde kapalı gözlerine bakıyordum. Çenesindeki kaslar birbirine bastırdığı dişlerini ele verircesine belirginleşirken, "Söylemek istemiyor gibisin." dedim, yüzünü dikkatle seyrederek. "Devrim eğer bir kez daha aptalca konuşup kalbim..."

"Bunu sana söyleyeceğim çünkü," Gözlerini aralayıp mavilerini gözlerime tuttu. Başını eğerek parmaklarını şakaklarına bastırdı. "Başkasından duymanı istemiyorum."

Merak, endişenin zincirine takılıp boynuma asıldı. "Zorlanıyorsun." dedim, harfler ağzımda yuvarlanırken. Neden?

Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırırken, "Zorlanıyorum." diye itiraf etti. Yüzünde o söylemeden söyleyeceği şeyi anlamamı bekleyen bir ifade vardı. "Kahretsin, alıştığımı sanıyordum ama senin karşında..." Başını iki yana sallarken, "İlk günkü kadar zor." dedi, gözlerini kaçırarak.

"Söyle." dedim, neredeyse 'söyleme' demekle aynı güçsüzlükte. Biliyordum ki onu zorlayan şey beni yıkardı ama duymak istiyordum.

Kıvrımları yorgunluğa sokulmuş bir gülüşle güldü. "Söyleyeceğim." Kaşları gözlerine eğildiğinde alnında oluşan çizgiler bile bir savaş hâlindeydi. Ona, yüzündeki çıkmaz yola çatık kaşlarla baktım. "Kandırılmış hissetmemen için. Ve herkes gibi davranman... " dedi, teselli eder gibi. "Sorun olmayacak, seni anlayacağım." Beni mi teselli ediyordu? Endişe, kurumuş acımın üstüne ayak izlerini bırakırken az önce saçlarımda olan parmaklarının sertçe alnını sıvazlamasını seyrettim. "Eğer kendini haksızlığa uğramış gibi hissedersen," Gülümsemeye çalıştığında kalbimin ritminde ağır bir duraksama oldu. Kollarını iki yana açarak, "Ben buradayım." dedi. "Bana istediğini yapabilirsin."

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin