33.Bölüm: "Ayçiçeği hoşçakalırken sen parla, Ay ışığı"

159 19 102
                                    

*Iwan Krallığı, Kraliçe Rez ve Prenses Cara'nın ait olduğu krallıktı. Kısmen de olsa Veronika'nın sömürgesi altında olduğu krallık diyebiliriz.

Unutmadan, bölümün başı duygusal olduğu için bence kendi listenizden bir şarkı açabilir ve bana da önerebilirsiniz :D

O zaman iyi okumalar ♡

33.Bölüm | Ayçiçeği hoşçakalırken sen parla, Ay ışığı

Mavi gözlü kadın, içindeki annenin sönmüş, karanlık göz altlarına bakıyordu.

O anne, "Her gün bekledim." diyordu. Araba taşlı yolda zorlanarak ilerlerken Ece, içinde yaşamak olmayan cansız bir beden gibi sallanıyordu. "Güneş tepeye çıktığında," Feri sönmüş gözleri arabanın camından gökyüzüne baktı. "Güneş hiç olmadığında. Bir çocuk önümden geçtiğinde, bir çocuk önümden hiç geçmediğinde. Her gün, her gün sandım ki benim küçük, daha derdini bile anlatamayacak kadar küçük olan oğlum evine geri döner. Ama..." Annenin göğüs kafesinde sönük, oğlu için sakladığı rengarenk balonlar vardı.

"Kaybolmuş." O gökyüzüne, gökyüzü ise ona bakıyordu. Mavileri taşdığında ağlamıyor, boğuluyordu. "Ama astığım elbiseleri bile kurumamıştı ki, olsun, olsun ertesi gün kurur dedim. Kurumadı çünkü yağmur hiç dinmedi. Ne olur dedim, biraz dur, oğlumun onlar. Dursan biraz ne olur, dedim, oğlumun kokusunu kendi ellerimle mi kaybettim?"

Ara ara gözlerini arkadaşına çeviren Irmak, onun sessiz ve kederli yüzünü görünce tekrar önüne, yola dönüyordu. Oysa Ece'nin içinde ağlamaktan bir anne vardı, hiç susmuyordu. "On dört yıl, her gün bir çentik daha atıldı kalbime. Yürüdüğümde, güldüğümde, etrafıma baktığımda, bir şeyler görebildiğimde; durdum, dudaklarım kıpırdamadı, gözlerimi kapattım, hiçbir şey göremedim. Düşündüm, nerede, akşam üzerini örtecek birileri var mı yanında? Yeryüzünde mi yoksa gökyüzünde mi?

Kimseye söyleyemedim, öğrendim, onlara kalırsa hiçbir yas baki değildi. Sustum, yanlış neredeydi? Tüm bu acı, sabah kalkmayı ve akşam yatmayı becerebildiğim içinse şayet, saklamak zorunda bırakıldığım o yaraları kim kalbime döktü? Anne olacağım sanarken yara oldum ben, öyle çirkin bir yara ki acıdan bir tül olmadan üstümde, adım bile atamadım."

Araba kimsesiz ve iki katlı bir evin önünde durduğunda Irmak, endişenin solgunlaştırdığı yeşillerini arkaşının titreyen omuzlarına dikmişti. "Ece," Sesi yumuşaktı. "Bir şeyler söyle." Kendisini eskiden yuvası olan bu eve getirmesini istemiş ve bir daha da hiç konuşmamıştı.

"Ne olur," Irmak, arkadaşının yüzündeki yığılmışlığın altında kalıyordu. "Seni böyle görmeye dayanamıyorum." Avuçlarını arkadaşının omzuna bastırıp titremesini durdurmaya çalıştı. "Lütfen konuş, neden buradayız?"

"Irmak..." Yuvarlandığı merdivenlerin en aşağısından arkadaşına baktı. Keşke o merdivenlerin bir sonu olmadığını, basamaklarının ne denli keskin olduğunu ve hâlâ düşüyor, hiç durmadan düşüyor olduğunu anlatabilseydi. "Irmak," dedi bir kez daha, dayandığı duvar ile birlikte devrilirken."Delirmeme izin ver." Avucunu kalbine bastırdı. "O zaman..." Çenesindeki küçük titreme derinleşip çizgilere dönüştü. "O zaman küçükte olsa bir umudum olur. Eğer delirirsem, karşılığında her şeyimi veririm."

Akadaşının gözyaşlarını silen Irmak, "İyi değilsin." diye fısıldadı. "Hadi, güzelim, gidelim buradan."

Ece'nin ağlamaktan yorgun gözleri, arkadaşının gözlerine kadar çıkmayı başaramadı.Yutkundu, başını çevirip yavaş bir hareketle kapının kolunu indirdi. "Hazırım." diyordu korku içinde. Oysa değildi, içindeki annenin kucağı hep boştu. "Kalbimin parçalanmasına hazırım."

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin