21.Bölüm: "Tehlikeli"

316 48 114
                                    


Sevgili arkadaşlarım ben yeterince düştüm, sıramı savıp size devrediyorum :D Devrim ile Hazel beni dinlemediler, anlayacağınız yazar off Devrim ile Hazel on. Bu arada Devrim-Hazel şippırlar (gözleriniz kanamasın) bu bölüm çoşmassanız çok ayıp, baya ayıp xbcbff

E madem iyi okumalar ♡

21.Bölüm |Tehlikeli

Prenses annesine doğru koşup elindeki hançere uzandı, hançer kıpırdamadı; Prenses'in kaburgalarındaki kemikler sanki yerlerinden sökülüp göğüs boşluğuna doğru yağdı. Nefessiz kaldığında parmakları boğazına sarıldı. Nefes alamıyordu, boğazındaki kapı kapanmış ve hiç açılmayacakmış gibi görünüyordu. Bilinci öfkeli bir denizin sert solukları gibi bir görünüp bir kaybolurken geriye doğru sendeledi. Sanırsa ölmeye kalksa bu kadar acı çekemezdi.

"Hiçbir şey istemeyeceğim senden." diye bağırdı, on altısı. Küçük yüzünde kocaman bir gölge vardı, annesinin yüzünün gölgesi; hayır, intiharın gölgesi. "Yemin ediyorum, hiçbir şey. Yalnızca yaşa, sana yalvarıyorum, yalnızca yaşa. Bak," Titreyen parmaklarını göğsüne bastırdı. "Eğer sorun bensem ben gideceğim, tamam mı? Yok olana kadar gideceğim."

"Sorun sen değilsin." dedi, bunu reddederek. Yalan. Tüm bedenim hissettiğim acının kollarında cansızca sallanırken gözlerimi açık tutmak için savaştım.

On altım olduğu yere çökerken, "O zaman," diye fısıldadı. "Bunu bana neden yapıyorsun?" Dudaklarından öfkeyle karışık bir inilti kaçtı, parmaklarını saçlarına bastırdı. "Bunu bana neden yapıyorsun? Bırak şu laneti!"

Kraliçe kızına yaklaştı, elindeki hançeri hiç bırakmadı. Dizlerinin üzerine çökmüş kızının üzerine eğilip siyah saçlarına son öpücüğünü, belki de Hazel'in hatırladığı ilk öpücüğünü bıraktı. Onu özleyecekti, ömrü boyunca yeterince özlememiş gibi sonsuza kadar özlemeye devam edecekti. "Sana verdiğim her yara için acı çektiğime emin olacağım." Tekrar geri çekildi. Ölümün gözleri onun üzerinde, onun gözleri ise birini arıyormuş gibi odanın içindeydi. "Hazel." diye seslendi uzağa doğru ama kızı tam önündeydi. Sanki bu... Başka bir Hazel içindi.

Bütün gücü çekilmiş gibi yatağa tutunan Prenses, yarı açık gözlerinin içinden, şaşkınlığın tünediği boşluktan ona baktı.

Bana mıydı bu? Gücüm şişede kalan son damla gibi belli belirsizken yataktan destek alarak ayağa kalktım. On altım annesine veda eder gibi bakarken, "Buradayım." dedim, fark edemesen de sorun değil. Hep öyle olmadı mı zaten?

"Eğer buralarda bir yerlerdeysen..." Dolu gözlerine dolu gözlerle baktım. Buralardayım, buradayım. "Eğer bir kez ölmenin yeterli gelmediği bir zamanda isek..." Bir kara orman içimde büyüdü, dalları içime battı. "Özür dilerim, kızım." Hâlâ güzelliğini kaybetmeyen yüzünde gözyaşlarının çizdiği iki yol belirdi. İkisi de cesedine çıkıyordu. "Ben değil insanlar öldürdü beni."

Ben değil, insanlar öldürdü beni.

O çok şey anlatmıştı ama biz anlamamıştık.

On altısı birilerini çağırmak için kapıya koşup kapıyı yumruklarken Prenses, kollarını annesinin boynuna doladı. On altısı can havliyle bağırırken o, kendisine acı veren bedene sıkı sıkı sarıldı. Hayatındaki tek pişmanlık buydu, on altısının yaptığı. Annesine sarılmak varken yardım istemek.

Çünkü herkes farkında, çünkü herkes bilerek uzaktaydı; çünkü herkesin eli kulağındaydı. Kimse onu duymayacaktı.

Onu ikinci kez kaybetmenin kırağında, çaresizce kokusunu içime çektim. Bedeni büyük bir acı kaynağıydı ama ona sarılmak, boğazımdaki düğümü çözen becerikli ellerdi. "Sen de ölmek istemiyorsun." Yüzümü boynuna bastırdım. "Biraz daha böyle kalalım, lütfen."

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin