31.Bölüm: "Heyecanlı bir bulut"

181 20 43
                                    

Değirmenler, Pinhani & Cihan Mürtezaoğlu
Diken, Birkan Nasuhoğlu
Fire on fire, Sam Smith

İyi okumalar ♡

İyi okumalar ♡

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

31.Bölüm | Heyecanlı bir bulut

Prenses, abisinin gidişinin ardından dalgınca duvara bakarken ne düşündüğünü bile bilmiyordu. Kafasının içinde ters giden bir şeyler ve bir de hiç gitmeyen şeyler vardı. Sanırsa yaşadığı hayat, ondan hep bir adım ilerideyken kendisi o hayatın kilometrelerce gerisindeydi. Durup düşünmeye kalkışırsa içindeki geç kalmışlık hissi kadar ezileceğini sanıyordu.

Oysa düşünmesi gereken ne çok şey vardı. Kırgınlıklar, dalgınlıklar, şaşkınlıklar, umutlar... İnsan olmak, her şeyin içindeki hiçbir şey olmakmış. Hem var hem yok, hem ayakta hem dizlerinin üstünde; insan olmak, mezarlıkta uçuşan birkaç küçük, birkaç ölümlü kelebek olmakmış.

Güneşin hiç görünmediği ve annemin yüzünün hiç gülmediği bir gün, "Hazel," diye fısıldayan sesinde, bir başına bırakılmışlığın kederini duymuştum. "Biliyor musun," demişti, dalgın gözlerle. "Aleron'a kalırsa kelebeklerin ömrü asla bir gün değilmiş; hatta kesin bir sesle, henüz öyle bir türün olmadığını bile söylüyor. Ama Hazel, kelebek bunu bilmiyormuş. Fazladan yaşadığı her günü, yaşamasının bir haksızlık olduğunu zannederek; bekleyerek, her gün biraz daha bekleyerek, öyle çok bekleyerek ki sonunda yaşamayı unutarak bitiriyormuş."

"Hazel," demişti, en sonunda. Şaşkınca yüzüme bakan gözlerini hâlâ anımsayabiliyordum. "Sen, kelebek değilsin. Ama neden... neden sana her baktığımda yarını beklediğini görüyorum?"

O bilmiyor olsa da ben, artık yarını beklemekten vazgeçmiştim. Ne zaman vazgeçtiğimi de biliyordum üstelik. Ahaza'da. Devrim, neden ölmem gerektiğini sorar gibi diğerlerine ve bana baktığında. İşte, tam o zaman, renkli kanatlarım eski bir defter gibi sararmış ama kürek kemiklerim sızlamamıştı; çünkü kanatlarım yoktu benim, ben artık kelebek değildim.

Prenses ya da aklımın alamadığı bir sahibe, ama asla kelebek değildim.

"Sakladığın adamı bir de çıkarmayı akıl edebilseydin!" Devrim'in sesiyle irkilip elimi kalbimin üzerine götürürken şaşkınca ona bakıyordum. Koyu, siyah kaşlarının çatık olmasının yanı sıra dudaklarının arasında da öfkeli homurtular dönüyordu.

"Pardon," diye mırıldanırken kendimi toparlamaya çalıştım. "Aklımdan uçuvermişsin." Gayet de aklımın içindeydi oysa, onunla birlikte hâlâ Ahaza'nın kenarında, göz gözeydik.

Yüzünü buruşturup başka yer yokmuşcasına dibime oturduğunda kalçasıyla beni ittirmiş, kendisi için fazlasıyla yer açmıştı. "Özrün kabahatinden büyük." Bacak bacak üstüne atmaya kalkışacaktı ki yüzümdeki ifadeyi görmüş, huysuz bir mırıltı eşliğinde bundan vazgeçmişti. "Bu arada her şeyi duydum. Abini, gönül yaralarını falan filan..."

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin