14.Bölüm: "Prenses'i Azat Etmek"

378 56 33
                                    

Uzun zamandır bölüm atmıyordum, bahaneler sıralamak hiç istemiyorum ama bazen hayat, insanı aşıyor. Bölüm gelecek deyip beklettiğim arkadaşlarımdan özür diliyorum, beni affedin. ♡♡♡♡

Umarım bölüm sizi tatmin eder, ben yazarken gerçekten mutlu oldum çünkü. Bunu size de geçirebilmeyi umut ediyorum. İyi okumalar ♡

14.Bölüm | Prenses'i azat etmek.

İnsanlar kabusların kılıcından; ay, gecenin kınından geçti. Dünya bir balerin gibi ayak uçlarında döndü durdu.

Devrim, evin yolunda belirdiğinde Prenses çoktan kendisini koltuğa bırakmıştı. Düşüncelerin gölgeleri yüzüne vururken sessizdi. Merak duygusunun büyüttüğü sabırsızlık, dallarını aklına sarkıtırken o, bu durumdan hiç hoşnut değildi.

Anahtar sesi kulaklarına dolduğunda yerinde huzursuzca kıpırdandı.

Kapı açıldığında omzumun üzerinden geriye bakıyordum. Devrim'i arayan gözlerim, girişin kısa duvarını aşmasıyla birlikte birkaç saniye sonra onu bulmuştu. Başı eğik, terliklerini ayağına geçiriyordu. Sağ elinde bir poşet, sanırım içinde ekmek vardı. Kafasını kaldırdığında poşeti hafifçe salladı. "Acıkmış olmalısın." Onay ya da red bildirmemi beklemeden mutfağa geçti.

Onun peşinden mutfağa girdiğimde göz ucuyla bana bakmış fakat tekrar önüne dönmüştü. Küçük masanın kenarındaki sandalyeyi çekip oturdum.“Sen tiyatrocu musun?” dedim, kuşkuyla. “Neden televizyondaydın?”

Kaşları alnında hilallenirken, “Ne?” dedi. “Anlamadım.”

“Odandaki televizyonda sen, Venessa ve Doğu vardınız.”

Devrim'in mavi, paslı camına zamanın savurduğu birkaç kopuk sayfa yapıştı. Prenses'e bakarken gülümsüyordu. Bir eylemden fazlası değildi, keyifsizceydi.

“Neden odamdaydın?” Yüzünde suçlayıcı bir ifade yoktu. Laf olsun diye soruyor gibiydi.

“Ece'ye bakıyordum, senin odandaymış.” Dikkatlice yüzüne baktım.

"Gördüğün şeye video diyoruz." Sesi, havadan sudan bahsediyormuş gibi hissettiriyordu "Yaşadığın anı bir hafızada tutuyor, kaydediyor. Yani bir tiyatro değildi," Dudakları kıvrılır gibi olduğunda gözlerini salona çevirdi, orada hâlâ gülümseyen ve konuşan birileri varmış gibi dikkatle boşluğu seyretti. "Yaşanmış bir anıydı, o."

Prenses öyle sandı ki geçmiş bir adam olsaydı Devrim olurdu; mavi gözleri anıların döküldüğü iki derince çukur, koyu kirpikleri anıların elemini gizleyen pelerinler, keskin hatları zamanın çizdiği sınırlar; dudakları ise yüzleri birbirine dönük, anıların göğünde asılı kalmış iki zaman kurbanı.

"Yakın olduğunuzu biliyordum. Sadece neden orada olduğunuzu merak etmiştim."

Oradaydılar; çünkü yirmi  birinci yüzyılın ölüleri ancak videolarda yaşayabiliyorlardı.

Birbirine bakan iki yüzün fotoğrafı zamanın kuyusunu dalgalandırırken Doğu, ağır adımlarla sarayın uzun koridorunu aşıyordu. Ne var ki kaderin ağları, insanın günahlarından örülüyordu. Attığı adımlar onu o ağa  götürüyordu.

Başı eğikti, ta ki loş ışık bir gölgeyi ayak uçlarına düşürene kadar. Kader çenesinden tutup başını kaldırdığında gördü, kalbinin içinde kendinden habersizce inşa edilen  camdan evler patladı, öyle ağır bir şey hissetti ki avucu göğsüne dayandı.

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin