9.Bölüm: "Taç"

706 78 40
                                    

9.Bölüm: "Taç"

Bir an durdum, niçin acılarımı anlatıyordum? İçimdeki dünyanın dönmeyi bırakmasından ona neydi?

Bir çırpıda söylediğim her cümle için diz çökmüştüm, yaralanmıştım. Anlatması nasıl bu kadar kolay olurdu?

Beni kurtarmak zor işti. Ne kadar güçlü olursam olayım beni mahvedecek yollar hep vardı. Devrim çıkıp geldiği vakit umut gümüşten bir ayna gibi parladı. O an sandım ki güneşin parlayan kısmı gün yüzüne çıktı ve karanlık kısmı benden döndü.

Ama yanılmıştım, karanlık dedikleri bir hüküm gibi hayatıma giydirilmişti.

Yağmur yavaşça yağarken Prenses'in yüzündeki hüzünlü bakış yıkıldı, yerini kaybedecek bir şeyi kalmayan bir insanın anlatılması zor olan ifadesi aldı.

"Ahaza'nın başında ölmenin de en az yaşamak kadar zor olduğunu öğrendim." Yazık, iki yol da benim acım üzerine kurulmuştu. "Sence beni yenebilir misiniz?"

Devrim, Prenses'in gözlerinin içindeki savaşı daha yakından görmek istediğinde Prenses bunu hissetmiş gibi ona yaklaştı. Devrim, savaşın ortasında, Prenses'in gözbebeklerindeydi; kılıçsız, savunmasızdı.

"Yenilme o zaman." Devrim'in kurduğu cümle, öyle manasız ve boş bir sesle birleşmişti ki, ne anlamam gerektiğini bilemedim.

"Yenilmeyeceğim." diye mırıldandım.

Prenses küçük adımlarla arkasına döndüğünde Devrim, onun asla bir prenses olamayacağını düşündü. Çünkü Devrim için Prenses, en masum rüzgarda bile yıkılabilecek harabe gibiydi.

Ve o harabe, attığı her adımda dökülen duvarlarını hissediyor ancak o harabeden başka bir yuva bilmiyordu.

Belki güçsüzdüm belki gücüm zehirli sayfaları yırtmaya bile yetmiyordu ama bir şekilde devam edebiliyordum, bu yeterli değil miydi?

Yağmur, gri bir sisle Veronika' yı kucakladığında sarayın heybetli mimarisi sisin altına saklandı. Prenses, hemen arkasından gelen Devrim'in ayak seslerini uzaktan gelen bir kervanın uğultusu kadar derinden duydu.

Bacakları, ıslak elbisesi ve yağmurun etkisiyle üşümeye başladığında adımlarını hızlandırdı. Havanın en temiz olduğu yerde, ormanda, kendini zehir solumadığına ikna etmeye çalışıyordu.

Odama girdiğimde Casper içeride değildi, beni bu halde görmediği için mutluydum. Büyük ahşap dolaptan yeşil, işlemeli bir elbise çıkarıp yatağın üzerine attım. Üzerimdekileri hızlıca çıkarırken titrememe engel olamıyordum.

Elbisenin fermuarını çekip şöminenin önüne oturduğumda gözüm karşımdaki duvarda asılı duran taca kaydı.

Sade, gümüş bir tacın üzerine yine gümüşten dikine yuvarlak halkalar yerleştirilmişti ve halkaların içerisindeki zümrütler küpeyi andırıyordu.

Annemindi. Yıllardır oradaydı, dokunmamıştım, belki de parıltısını kaybettiren üzerindeki tozdu.

Anne, seni sevmek için bahanelere, örneğin beni doğurduğun gerçeğine muhtaç olduğum için üzgünüm.

Prenses içli bir nefes aldı, sanki bir çocuk annesini aradı, bulamadı.

Seni kurtarmam mümkündü, zordu belki ama mümkündü işte. Eğer Venessa'yı dinleyip seni Dünya'ya götürseydim şimdi her şey daha farklı olurdu, değil mi? Soyunun laneti kırılır, benim başım senin dizlerinden hiç ayrılmaz, en kalbimi burkanı da, bugün olduğu gibi biri beni sana benzettiğinde kendimi derin bir yasın ortasında hissetmezdim.

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin