4.Bölüm: "Elem"

1.6K 141 18
                                    

4.Bölüm: “Elem”

Bütün kanımın damarlarımı parçalarcasına geri çekildiğini hissediyordum, gözlerimden hızlı hızlı düşen yaşlar görüşümü bulanıklaştırırken ellerim tutunabileceğim bir yer arıyordu.

Yabancının eli göğsüme doğru kalktığında, acı içinde kesik kesik , “Ha... Hayır.. dur...” diye inledim ama bana sağır olmuştu. Elini göğsümdeki hançere dokundurduğu anda kaburgalarımın hepsinin tek tek parçalandığını duyar gibi oldum, hançer hızla çekilirken etimin parçalanışı kulaklarımın uğultusuna eşlik etti ve  bir kurbanın en derin çığlığı tüm sarayı doldurdu.

Aynı anda yabancının hançeriyle birlikte büyük bir hızla kaybolduğunu yarım yamalak görebildim. 

Kıpırdayamadım, nefes bile alamadım, acı beni inine almıştı. Göğsümdeki oyuktan akan kanın sesini duymak gözlerimi karartıyordu. Böyle öleceğimi düşünmemiştim, bu kadar acı çekmişken öldüğümde bir kuş kadar hafiflerim sanmıştım.

Venessa yanında Bren'le ilerliyordu, elindeki tepside Prenses'in en sevdiği tatlı vardı. Bu onu rahatlatır, diye düşünürken uzun koridora girmişlerdi.

“Prenses’i görünce kalbin aşırı derecede çarpabilir, dikkatli ol.” dedi, yaramaz bir çocuk edasıyla Bren’i uyardı.

“Nedenmiş o?”

“Çünkü Prenses'i gördüğün an Veronika'nın da en güzel kızını görmüş olacak...” Venessa'nın sesi Prenses'in acı dolu çığlığıyla dehşete düşerek aniden kesildi.

Acı, kararmış dünyamın içine sızdı, zehri  şehirlerime  kıvrıldı, korktum ama dünyamı yaralamasına izin veremezdim,  ona damarlarımı sundum, sokuldu ve zehir şehrimi terk etti sanarken  şehrin ortasında cansız gözlerle dikilen kızın ben olduğumu düşünemedim, meğer damarlarımdakiyle  kendi şehrimde zehirleniyormuşum.

Damarlarımda akan sıvının kan olmadığına yemin edebilirdim, o kan değildi, zehirdi, salt zehir. Derimi asit gibi aşındırma isteğiyle çağlıyordu ve  sanki biraz daha kendimde olsaydım hırıltılı çığlığını duyabilecektim.

Bacaklarım titreyerek beni alaşağı etti, soğuk yere düştüğüm an tüm bedenim işkenceye tabi tutuldu. En ücra hücremdeki acıyı dahi seçebiliyordum, onu ben yaşatıyordum ama ben öldüremiyordum. Titrek bir nefes kanla kuruyan dudaklarım tarafından öpüldü ve kendinden geçerek onu bekleyen ciğerlerimi elinin tersiyle itti. Nefes almak istiyordum, lütfen.

Gözlerinin açık ya da kapalı olduğunun bile bilincinde olmayan Prenses’e acıdım.

Henüz pişirdiği kahverengi çömleklerini, asla masasında göremeyecek olan Prenses'in elemini, sesi duyulmayacak kadar kısılan kalbimden daha net duydum.

İkisi de koridorun sonuna doğru koşarken, Prenses'in odasının kapısı açıldı ve yüzü örtülü bir adam, yanında kanla parlayan bir hançerle kaçmaya başladı.

Bren, Prenses için endişelense de diğer muhafızlar gibi  kaçan adamın peşinden koştu, Venessa ise doğruca odaya girdi, kalbi patlamak üzereyken gözleri Prenses'i arıyordu. Onu yerde, göğsü kanla yıkanmış bir halde görünce nefes alamadı. Yalpalayarak yanına oturdu. “Prenses.” dedi, sesinde acı bir hava açtı, güneş utanarak geri çekildi. Venessa'nın sesi, Prenses'in kalbine yara oldu.

Venessa'nın sesi yakınımda acı içinde kıvranırken nerede durduğunu görebilmek için kendimi zorladım ama çabama  rağmen bedenim hafif de olsa kıpırdamamıştı. Bu odadaydım ama aynı zamanda başka bir yerde kilitliydim, kilidi kırıp kurtulduğumu sandığımda kurtulduğum yerin Venessa’yla durduğum bu odadan çok uzaklarda olduğunu fark etmiştim.

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin