15.Bölüm: "Hazel ve Hazel olduğun için"

363 46 38
                                    

Buyrunuz, yeni bölüm ♡ Umarım çok saydırmazsınız, dönüm noktalarından birini yazmış olabilirim de. Bir sürü bir sürü yorum bekliyorum. İyi okumalar!

Bölüm şarkımızı da koyayım, dinlemek isteyen dinlesin.

15.Bölüm |Hazel ve Hazel olduğun için

"Elsa," diye bağırdı babası. Elsa, bir şeyler hissetmeyi bekledi ama hiçbir şey yoktu, insanın içindeki seslerin kesilmesi ne acıydı. "Bu görevden ayrılıyorsun!"

"Çocuk oyuncağı değil." Elsa, gözlerini babasının yüzüne dikti. "Bırakamam."

Babası ona doğru yaklaştı. "Prens'e güveniyorsun çünkü ona karşı çıkamam. Bu yüzden ilk ona gittin, değil mi?"

Elsa'nın gülümsemesi soğuktu. Ormanın içindeki kuş cıvıltılarını dinliyor ama huzurla dolmuyordu oysa bunu hep sevmişti. "Kızını tanıyorsun. Yanlış anlama, beni değil." Gözlerindeki zümrüt yeşili, olan biteni diğer renklerin önünde seyrediyordu.

"Yine ne hayal ediyorsun?" Babasının gözleri onun kaderiydi, öyle diyorlardı. "Bu hareketinle gurur kaynağı olacağını mı? Seni öldürürler çünkü evrenin kuralı bu. Katile koşanın tek bir katili olmaz."

"Evet," diye fısıldadı, Elsa. Sesi öyle keskin çıkıyordu ki babası afallayarak bir adım geri çekildi. "Ben katile koşuyorum ve sen arkamdasın. Beni koşmaya sevk eden sensen şayet niçin öndeki adama katil diyoruz? Sen olmasan ben hiç koşmayacağım ki, sonsuza dek olduğum yerde kalacağım."

Babası kızını hiç duymamış gibi kendi kendine mırıldandı. "Senden daha iyi birini getirteceğimi söyleyeceğim, seni burada bırakmayacağım."

"Beni kendimde bile bırakmadın, burada bıraksan ne olur ki?" Göz göze geldiği Diana diğerleri gibi çadıra girmiş, ikisini yalnız bırakmıştı. "Ben senin küçük kızın değilim. Ya senin kurbanın ya da," Kısık gözlerle babasının kırışan alnına baktı. "Ya da senin katilinim."

Babası kızına dokunmak, onu kollarından tutmak istedi ama Elsa buna müsaade etmedi. "Benim ellerimi tutup kendi boğazına yerleştiren sensin, Elsa. Ben sana hiçbir zaman zarar vermedim, veremem."

"Sen sadece gördüklerine inanırsın. Senin için bir insanın ölmesi demek, nabzının durması, kalbinin sönmesi demek. Ya göremediklerin? Onların nabzını duyamıyorsun diye öldüklerini inkar mı edeceksin? Ellerinin temizliğinden dem vuruyorsun ama ben ellerinden bahsetmiyorum. Kalbinden, kalbinden." Çadıra doğru yüremekten vazgeçerek tekrar babasına döndü. "Ve bir bahis gibi gözlerinizde sakladığınızı iddia ettiğiniz kızlarınızın kaderi, hiçbir zaman orada değildi."

Devrim ve Ece'nin konuşmalarını dinlerken içinde bulunduğum zamanı sorguluyordum, bu yabancı zamanın içindeki kız ben miydim? Çok az bir zaman önce sarayın en gösterişsiz odasında, insanlardan yalıtılmış, yalnız bir prenses vardı. Yemeğini yer, duvarları seyreder, Venessa ve Bren'e gülümser, ailesinin iki ferdini selamlar ve günün sonuna erişirdi. Bir şeyler değişmişti, bana bir şeyler olmuştu. Günler mi uzamıştı yoksa uykusuzluk mu beni çeldiriyordu, bilemiyordum.

Uykusuzluk demişken, bu fevkalade kötü bir şeydi.

Ece karşımda Devrim ise hemen çaprazımda, masanın baş kısmında, arkası tezgaha dönük olarak oturuyordu. Hava dışarıda soğuk olsada içerisi sıcacıktı bu yüzden kısa kollu bir tişört giymiş, altındaki siyah pantolonu değiştirmemişti. İtiraf etmeliyim ki, siyah ona deli gibi yakışıyordu. Ona baktığımda evet, diyordum, burası Dünya ve onun mavi gözleri kesinlikle bir büyü.

Sahibe'nin ÇukurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin