34.BÖLÜM

857 96 16
                                    

O an duyduğu acı o kadar derindi ki, kalbi bir bıçakla oyuluyordu sanki. Az sonra olacaklara dair tahmin yürütmek için Roma'da yaşamak yeterliydi. Buna rağmen içinde buhar olup uçmaya hazır olan oldukça cılız umut kıvılcımını, harlamak için neler vermezdi. Halk, ağzı kamaşmış bir sırtlan gibi gösterinin bir an önce başlaması için çığırından çıkmış bir sefillikle hep bir ağızdan bağırıyordu. Buna bağırmaktan öte hayvansal yanını tüm çıplaklığı ile ortaya koyan böğürme denilebilirdi. İnsanlık dışı bir uygulama karşısında bu derece istekli olmaları, duyguları sağlıklı bir insan için tüyler ürperticiydi. Zaman aşımına direnemeyerek mutasyona uğrayan uygulamalar, her halkın kendine özgü geleneklerinin kanıksandığı ve içselleştirildiği birer kültürel değere dönüşüyor olmalıydı. Böyle bir utanç tablosunu kabullenen insanlığa içinden lanetler okuyordu.

Onun acıdan kıvranıyor olması kimin umurundaydı ki? Çevresinde olup biten bu aşağılık sabırsız bekleyişin karşısına dikilmek için keşke biraz gücü olsaydı. O zaman içindeki tüm kini onların üzerine boşaltabilirdi.

O tüm bunları düşünürken günlerdir aç bırakılan iki vahşi hayvan, teker teker kafeslerinden bırakılmaya başlandı. Belki diyordu içinden... belki de şu tüm insan kılıklılar adına onlar acırdı Adras'a. Ancak en medeni insan bile günlerdir aç kalsa, bulduğu yiyecek karşısında saldırgan bir hayvana dönüşürdü. Emindi ki bir lokma için gözünü kırpmadan önüne çıkan her şeye zarar verecek kadar vahşileşebilirdi. Doğasında saldırganlık var olan bu aç hayvanlar, ne dereceye kadar zapt edilebilirdi ki?

O an gözlerini sımsıkı yumdu. Doğaüstü bir güç onu küçültüp yok edecekmiş gibi bir hisle doldu. Fakat gözleri görmese de kulaklarının ihanetine tahammülü yoktu. Kadınların çığlıklarına, erkeklerin ise zevkten kudurmuş gibi çıkan boğuk sesleri karşısında midesi bulanıyor, başı bir taş ile ezilircesine zonkluyordu. Kör olmuş gibi gözleri hala kapalı, insanları itip kakarak var gücüyle oradan çıkmak için deli gibi  koşmaya başladı. Zihninde kalan son görüntünün Adras'a ait parçalanmış bir beden olmasını istemiyordu. Onu ilk karşılaştıkları gün ki gibi dinç ve yakışıklı haliyle hatırlamak istiyordu. Nereye gittiğini bile bilmeden koşuyordu. Ne zamanki sert bir şeye çarptı, o zaman yere kapaklanarak gözlerini açtı. Vücudundaki ezikler henüz iyileşmeden eklenen yeni darbeler karşısında gücünü toplayıp kalkamadı. Olduğu yere yığıldığında gözlerinde kalan son görüntü Aleksandros'a aitti.

Gözlerini korkarak araladı. Hala arenada olabilir miydi? O kaçış anı bir hayalden ibaret miydi? Tavandaki freskleri görünce önce bir rüyada olduğunu sandı. Birazdan Adras gelecekti ve her zaman buluştukları bu mekanda, o hoş tınılı sesiyle narin bedenini kucaklayacaktı. Yerinden kalkarken rüyada olmadığını anladı. Ancak bununla birlikte acı gerçeği de anımsaması aynı ana denk geldi. Kalbinin ılık ılık kana bulandığını hissediyordu. Yere çöküp başını avuçlarının arasına aldı. Saatlerdir içinde biriktiği üzüntü, gözyaşları eşliğinde çığlıklara haykırışlara karışıyordu. Sevdiği adamı hayvanlara yem eden geleneklere ve Aleksandros'un babasına, ağıza alınmayacak kelimeler eşliğinde çıldırmış gibi bağırıyordu. İçinde biriken kinle başedemeyince vücudundaki ağrılara rağmen ayağa kalkıp ortalığı yerle bir etti. Odanın karmakarışık hali bile onu teskin etmeye yetmemişti. Eline geçen her şeyi paramparça etmeye başladı. Tüm bu olanlara kulak kabartan Vesta ise daha fazla dayanamayıp soluğu onun yanında aldı.

"Hanımefendi kendinize gelin. Lütfen bu şekilde kendinize daha çok zarar veriyorsunuz."

Lima söylediklerini duymamış gibi elindekileri gözyaşları içinde parçalamakla meşguldü. Bir süre sonra takati kalmayınca kendini Vesta'nın dost omzuna bıraktı. Hıçkırıklarına hakim olamıyordu. Adras'ın canice öldürüşünün acısını hiçbir şey dindiremiyordu. Tüm hücrelerini lime lime eden bu acı, ömür boyu hiç geçmeyecek gibi hissediyordu. Sonunda hıçkırarak bir iki kelimeyi bölük pörçük ifade edebildi.

"Ben bu acıyla... nasıl baş edeceğim?"

"İnsanoğlu her acıyla baş etmesini öğreniyor. Bir süre sonra yüreğinizdeki  ateş köze dönüşecek. Lakin şundan eminimki o boşluk hissi hiçbir zaman küllenmeyecek!"

Derinden bir soluk alıp hıçkırıklarına hakim olmaya çalışan Lima, bu sözler karşısında tekrar ağlama krizine tutuldu. Gözlerindeki yaşlar kuruyup da içli içli bir iniltiye dönüşene kadar bunu sürdürdü. Bu tabloyu çok iyi tanıyan Vesta ise içindekileri dökmek için daha fazla sabremedi.

"Eğer isterseniz onu sonsuza kadar bir bilinmezliğin içine hapsedebilirim."

Duyduklarına bir anlam veremeyen Lima'nın ıslak bakışları, şaşkın bir şekilde Vesta'nın yüzünde donup kaldı. Ne demek istemişti? Onun doğaüstü güçlerle oyunlar oynadığı aklına gelince kafası iyice karıştı. Nefesi yavaş yavaş eski dinliğini alırken, merakını gidermek için solgun dudaklarını araladı.

"Nasıl yani?"

"Eğer bunu yürekten isterseniz yapabilirim hanfendi. Sevdiğiniz adamın yeni bir hayata gözlerini açmasına yardımcı olabilirim."

Lima hala bir şey anlamamıştı. Bu kadın kendisiyle dalga mı geçiyordu. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi? O gece Vesta'nın neler yapabildiğini az çok görmüştü. Daha fazlasını izleseydi kim bilir neler görecekti. Ancak Vesta bir tanrı değildi. Bu işler ancak onların insafıyla gerçekleşebilirdi. Söylediklerine inanmadığını gören Vesta, dudakları yanıyormuş onları ıslatarak sözlerini sürdürdü.

"Bana inanmıyorsunuz... Ben tanrı değilim ama onların aileme vermiş olduğu gizil güçleri iyi insanlara karşı kullanma yetkim var. Ben iyi bir insan olduğunuzu hissedebiliyorum..."

"Söylediklerin gerçekten de inanması güç şeyler. Fakat sana inanmak istiyorum. Onu sonsuza kadar kaybetmeye tahammül edemem. Peki bu dünyada mı tekrar gözlerini açacak?"

Vesta, bir süre düşünceli bir şekilde Lima'nın gözlerinin içine baktı. Kendini tam olarak nasıl ifade edeceğini kestiremiyor gibiydi.

"Bu konu biraz karmaşık hanımefendi. Bu dünyada bir hayalden fazlası olmayacak, daha doğrusu zihniniz onu her arzuladığında onunla iletişim kurabileceksiniz, ancak gerçek varlığı başka bir evrende hayat sürecek."

"Kafam çok karıştı Vesta. Onun hayat bulduğu evrende olma şansım yok mu? Hayaliyle buluşmak ne derece avutur ki insanı?"

"Ben yüzyıllardır bu hayalle avunmasını öğrendim. Siz bu konuda benden daha şanslısınız. Bir insan ömrü ne derece uzun olabilir ki?"

Duydukları karşısında tüyleri ürperen Lima, bu kadından korkmaya başlamıştı. Kulakları onu yanıltmıyorsa yüzyıllardır demişti. Evet... ama anlamı oldukça tedirgin ediciydi. Aklına takılan soruyu aceleyle sordu.

"Kaç yaşındasın Vesta?"

"Dört yüzün üzerinde."

Lima, daha önce bu kadının yüzünde fark ettiği ve hep merak ettiği o gizemli görüntünün cevabını almıştı. Ama yine de mantık sınırlarını zorlayan sorulara yanıt bulamıyordu.

"Bu nasıl olabilir, ölümsüz müsün yani?"

"Hem evet hem hayır."

"Bilmece gibi konuşuyorsun Vesta. Bu doğa kurallarına oldukça aykırı!"

"Bunu normal bir insanın anlaması gerçekten güç efendim. Benim açımdan atalarımın bir laneti de denilebilir buna. Ölmemek ve yüzyıllardır garip bir evrenle baş etmeye çalışmak gerçekten zor. Bizim gibilerin ölümü, bilmeyen ellerde çok can yakıcıdır. O yüzden ölümden korkuyorum. Sizse bu evrende bir süre oyalandıktan sonra yok oluşun huzurunu tadabiliyorsunuz. Ölmem için önce diri diri yakılmam gerek. Sonrasında ise küllerimin bir toprağa gömülmesi ve bitkilere, hayvanlara ve de insanlara hayat verip, gizil güçlerimin birçok canlıya şifa vermesi gerekli. Toprak ana, sürekli bir dönüşümle bu evreni hayatta tutar. Her bir canlı birbirine ruh katar. Sizlerin ölümünden sonrada benzer şeyler olur. Toprağın altına girdikten sonra yeni bir hayat başlar. Etinizi kemiğinizden ayıran böcekleri beslersiniz. Sonra onlar sizden bir parçayı yavrularına aktarır ve de dışkı yoluyla bambaşka bir yere sizden bir parça bırakır. Bunların üzerinde ya da iskeletinizin üzerindeki topraklarda bitkiler yetişir ve sizden bir parça barındırırlar. Bunları hayvanlar ve insanlar yer. Onlar da sizlerden bir parça taşır. Sonra her bir canlı bu parçalardan kendi nesillerine ve toprak anaya tekrar aktarır. Hayvanlar bitkilerden, bitkiler hayvanlardan, her biri insandan ve de insanlar her bir canlıdan bir parça taşır. Her bir canlı birinin özünde yer edinir. Bu döngü süreci ilk canlıdan son canlıya kadar sürüp gider. Bir de bakmışsınız, sizin bedeniniz yüzyıllar sonra başka bir ruhta hayat bulmaya başlar.
Benim de diğer türlü ortalığa saçılan küllerim kim bilir kaç yüzyıl azap verecek bana. İşte bundan korkuyorum."

Lima, ağzı açık bir şekilde bu sözleri sindirmeye çalışıyordu. Daha önce böyle bir bilgiyi hiçbir papirüsten edinmemişti. Akıl süzgecinden geçirdiğinde ise varoluşun gizemli kimliğinin bu derece basit görünmesi karşısında tüm bu ayrıntılar mantıklı gelmeye başladı. Asıl konuya dönmenin zamanı diye düşündü.

"Peki Vesta, bunu Adras'a yapmanı istiyorum. Ancak bir sorum daha olacak. Adras ile farklı bir evrende buluşup yaşayabilmem mümkün mü?"

"Gerçekten istiyorsanız bunu yapabilirim. Ancak ruhlarınızı bu dünyada herhangi bir şeye emanet etmeniz gerekecek. Bu öyle bir şey olmalı ki; gelip geçici olmamalı. Zamanın ve doğanın ihanetine direnebilmeli. "

"Benim de hayatım son bulduğunda aynı şeyi yapmanı gerçekten istiyorum..."

O anda Lima'nın gözü, duvardaki mozaike kaydı. Vesta ne demek istediğini anlamıştı. Bu isteği kabul ederken hüzünlüydü. Aynı zamanda kendisinin yaşayamadığı hayatı hanımına yaşatabileceği için hiç olmadığı kadar da huzurlu... Bir dost edasıyla ellerini Lima'nınkilerin üzerine koyarak tebessüm ederek odadan ayrıldı.

Lima ise bu sohbet ya da tabiri caizse anlaşma ile birlikte daha sakinleşmiş görünüyordu. Onların ölümü hiç kimseninkine benzemeyecekti. Mademki bu evren dar gelmişti, bambaşka bir evrende aşklarını sonsuza kadar yaşayabileceklerdi. Yerden kalkıp mozaiklere işlediği Adras'ı okşayarak ona gülümsedi. Bu evrende tek sahibi olduğu bu anıdan başka ruhunu emanet edebileceği başka bir nesne düşünemiyordu. Ancak bu dünyadan, tüm bunları ona yaşatan kişiden intikamını almadan gitmeyecekti. Kütüphaneye gidip iyi ve kötü tüm anılarını sadık bir dost gibi gizleyen defterini sakladığı yerden çıkardı. İçinden geçenleri tüm ayrıntısıyla ona emanet etti. Belki bir gün Aleksandros'unda eline geçer umuduyla ona dair bir şeyler yazmayı da ihmal etmedi. Her şeye rağmen onu yaşatmak ve sevgisini kazanmak için yaptığı emeklere içten teşekkür etti. Katlandığı ve katlanacağı tüm sıkıntılar için ise özür diledi. Yüz yüze bunu dile getirmeye zerre gücü yoktu. Bu şekilde vedalaşmak daha iyiydi. Defteri masanın üzerine bırakıp Aleksandros'un odasına gitmek üzere çıktı.

Aleksandros'un odasına ilk kez girecek olmanın tedirginliğine bir de yapacağı şeyin tedirginliği eklenmişti. Kendini adi bir hırsız gibi hissetse de kafasına koyduğu planı uygulamadan bu dünyadan gitmeye niyeti yoktu. Henüz birkaç gün önce Aleksandros'un babasının ziyareti sırasında kulak misafiri olduğu konuyu intikam aracı olarak kullanmaktan başka elinde bir detay yoktu. Birkaç gün içinde ticaret amaçlı kullanılmak üzere özel malzeme ve işçilikle uzun bir süre zarfında yapılmış olan ticaret mühürlerinin öneminin çok iyi farkındaydı. Bunların bir kaçı bile başka ellere geçecek olsa, büyük bir kaosun meydana gelmesi kaçınılmazdı.

Duvarlara gömülmüş olan dolapları teker teker karıştırmaya koyuldu. Aleksandros'un gelme ihtimaline karşı ise bir gözü kapıdaydı. Sonunda eline değen metallerin şıkırtısıyla yüzünde katı yüreklilere özgü bir gülümseme belirdi. Keselerin içini kontrol ettiğinde ise birbirinden değerli ticaret mühürlerini gördü. Avını avucunun içine almış gaddar bir avcı edasıyla vicdan azabı çekmek yok Lima, diye geçirdi içinden. Süratle odasına geçip tebdili kıyafet mahiyetinde meczup bir kadın rolüne girmek için siyahlara büründü. Pelerinini başına geçirip soluğu sokakta aldı.

Henüz birkaç sokak geçmeden başı yerde yürürken ona doğru yaklaşan Aleksandros ve babasını fark etti. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi büyük bir heyecanla çarpıyordu. Sırtını bir duvara yaslayıp başını geriye doğru çevirdi. Aralarındaki münakaşa o derece hararetliydi ki normal halinde olsa bile onu tanıyabileceklerinden şüpheliydi. Artlarından bakarken tuttuğu nefesi bıraktı. Aleksandros'u bu şekilde son kez görmek kalbine dokundu. O da böyle bir sonu hak etmemişti, diye düşündü. O sadece atalarının gaddarca döşediği yolda yürümek zorunda kalan bir soydu. Ancak özünde birçok iyiliği barındıran güzel ruhlu bir insandı. Bir gün aradığı mutluluğu yakalamasını yürekten dilerken yapması gereken son bir görevi hatırlamış gibi hiç ummadığı bir yere doğru yönünü çevirdi. Ölümün hazin ancak huzurlu nefesini ruhunda hissetmeden önce bunu yapmalıydı. Ailesine ve Concus'a bunu borçluydu.

ZEUGMA'NIN SIRRI (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin