37. Bölüm 🦠

7K 849 94
                                    


Karnıma çektiğim dizlerimi kollarımla sıkıca sarmış uzun süredir loş ışık altında yalnız başıma oturmaya devam ediyordum. Sarp ve Toprak gittikten sonra öğle yemeği için bile dışarı çıkmamıştım. Düşünüyordum. En başından şu ana dek olan her şeyi tek tek düşünüyordum.

Neresinden bakarsam bakayım bir fare kapanına kısılmıştık. Bu, bilinçli ve zalim bir olaydı. Bunu yapan kişilerin dışarı ile de bağlantısı vardı ki bu yüzden yardım alamıyorduk bir türlü. Yoksa şimdiye dek çoktan kurtulmuş olmamız gerekiyordu. Kim olduğu belirsiz zalimlerin insafına bırakılmış zavallı piyonlar gibiydik. Elimden bir şey gelmiyordu. Daha kendi canımı bile kurtaramıyordum ki. Bugün bir kere daha anlamıştım ki ben ve öğrencilerim ölümün kıyısından dönmüştük. Çok rahat bir şekilde ölebilirdik. Ölmemiz için düzenlenen bir plandı ve ölmediğimiz için daha kötü bir şekilde geri döneceklerdi belki de.

Derin bir nefes alıp odaya baktım.

Kerpiç duvarlar üstüme üstüme gelirken nefesim yetmiyordu sanki. Boğuluyordum.

"Ama ben bir öğretmenim..."

Kendi kendime fısıldadığım cümle gözlerimden süzülen yaşları beraberinde getirdiğinde aklıma sabahki sahneler geldi.

Korku ile sağa sola kaçışan öğrencilerim, kana bulanan bedenim, kıyamet senaryosu gibi kimsenin kimseye en ufak bir yardımının olmadığı bencil bir kaos ortamı.

"Hedeflerim vardı. Amacım vardı."

Gözyaşlarım süzülmeye devam ederken elimde sadece bir hiç kaldığını düşündüm. Gerçekten de faydalı bir eğitimci miyim? Gerçekten de birilerine yararım dokunuyor mu? Bugün yerimden ayrılmadım ve öğrencilerimi bırakmadım ancak fırsatım olursa, yani kaçmak için imkanım olursa da aynı şekilde kalabilir miyim? Canımla imtihan edilirsem yine öğretmen gibi davranabilir miyim?

Yumruklarımı iki yana sıkarak ayağa kalktım.

"Ben. Korkak değilim. Madem zaten bir şekilde beni öldürecekler o halde bunun bilincinde olduğumu bilsinler. Evet öldürebilirler ancak aptal değiliz hiçbirimiz."

Çıkış kapısına doğru yürüyüp kapıyı açtım. Ayakkabılarımı giyerken dışarıda açık alanda tedaviye devam eden Toprak koşarak yanıma geldi.

"Hilal? Nereye böyle? İyi misin?"

"Yüzbaşı nerede?"

"Yüzbaşı mı? Ne yapacaksın onu? Dur nereye gidiyorsun?"

"Onunla görüşmem lazım."

"Hilal! Yapma gitme onun yanına. Dinle beni geri dön."

Toprak'tan sıyrılıp askeri çadırlara doğru yürüdüm. Bir kere bile olsun yüzünü görmediğimiz bu yüzbaşı da kimdi? Olay anında ortalarda görünmeyen, halkla iç içe olmayan ve sanki tatile gelmiş gibi çadırdan çıkmayan bu yüzbaşı da kimdi?

"Yüzbaşı! Yüzbaşı!"

"Ne yapıyorsunuz durun!"

Nöbetçi askerler bana engel olmaya çalışırken ben girmek için çabalıyordum.

"Bırakın beni, sadece yüzbaşı ile görüşeceğim."

"Hayır yapamazsınız geri gidin."

"Ben halkım. Ben mağdurum. Onunla iki çift laf etmeye de mi hakkım yok? Çekilin kenara lütfen."

"Olmaz dedik. Sen çekil. Bizi zorlama!"

"Yüzbaşı! Eğer biraz cesaretin varsa gelir benimle görüşürsün! Böyle korkak gibi saklanmaya devam etmezsin. Buraya gel ve benimle iki çift kelime konuş. Sana diyorum!"

SALGINWhere stories live. Discover now