18. Bölüm 🦠

10.4K 1.1K 80
                                    




Bera'nın peşinden gitmeye başladığımda ılık bir rüzgar esmeye başladı. Beraberinde getirdiği yapraklar sağa sola savrulurken içimi titreten hoş bir dokunuşla uzaklaşıp gitti. Yürüdükçe ağaçlar tükeniyor, ağaçlar tükendikçe de bu koca bahçenin açıldığı yer irili ufaklı tepecikler ve yazın ortasında açan binbir çeşit çiçeğin olduğu harikulade bir yere açılıyordu. Belki de henüz hiç görmediğim, rüyalarımı süsleyen, gördüğümde huzurla dolduğum birçok çeşit çiçek vardı. Kokuları etrafa yayılmış, renk renk ve bazen birçok rengi bile aynı anda barındıran güzel çiçekler. Birisi bilerek mi ekmişti yoksa kendiliğinden mi çıkmıştı tüm bu güzellikler bilmiyorum ama hayatımda gördüğüm en güzel tablolardan biriydi. Ancak olağanüstü bir ressamın tuvalinden çıkabilecek türdeki bu manzara hayranlıkla bakmama neden oluyordu.

Bera ile yürümeye devam ederken tek tek incelediğim bu güzel çiçekler küçük bir çocukken annem ve anneannem için topladığım çiçeklere benziyordu. Ben çok küçükken anneannem bizde kalmaya gelmişti. Gençken geçirdiği felçten sonra yaşlandıkça ağırlaşmış sonunda kendi başına hareket edemez olmuştu. Annem onun bu haline çok üzüldüğü için ne kadar uğraşsa da her istediğinde dışarıyı gösteremiyordu. Tekerlekli sandalyesine bile bilemeyecek duruma geldiğinde yattığı yerden dışarıyı görmek zorunda kalıyordu. Ben de sırf o kendini dışarıda hissetsin diye dağ bayır gezip ne kadar çeşit çiçek varsa hepsini toplar getirirdim. Anneannem uyanıp da baş ucunda, yatağının kenarında, ayak ucundaki çiçekleri görünce mutluluktan ne diyeceğini bilemezdi. O mis kokulu çiçekleri kokladığında bana sürekli dua ederdi ve içimden ne kadar iyi bir şey yaptığımı geçirir dururdum. Sonra çok zayıf düştü ve artık çiçeğin ne olduğunu bile anlayamaz hale geldi. Vefat etmeden önce elindeki sarı çiçeği de ben toplamıştım tepelerden. O yüzden ne zaman çiçek görsem anneannem gelir aklıma. Şimdi olduğu gibi. Hayatta ve sağlıklı olsaydı onu da getirmek isterdim bu yere. Eminim en az benim kadar mutlu olurdu.

Çiçeklerin arasında gezinirken kendimi cennetteymişim gibi hissediyordum. Sevincimden ne yapacağımı şaşırıyor bir sağa bir sola koşuyordum. Hepsini, hepsini görmek istiyordum. Görmediğim hiçbir tane kalmasın. Her çeşit çiçeğin her rengini göreyim istiyordum.

Koştukça daha güzelleri çıkıyordu önüme. Koştukça daha çok seviniyordum. Koştukça daha çok coşuyordum. Bir çocuk gibi zıpladığım anlarda her türlü hüznü unutmuştum.

Peşimden gelen Bera da bu sevincime ortak oluyor ve buna ihtiyaç duyduğumu bilerek buraya getirdiği için kendiyle gurur duruyordu sanki. Tıpkı benim bir zamanlar anneannem için yaptığım şeyden gurur duymam gibi.

Durdum ve kollarımı iki yanıma açarak gözlerimi kapattım. Bir an için tüm dünyanın ve özellikle bu kasabanın böylesine bir cennet bahçesi olduğunu hayal ettim. O yüzlerine hüzün çöken dedeler, umutsuzca ah eden kadınlar, erkenden büyüyen çocuklar bile burada doyasıya eğleniyordu. Keşke, keşke böyle bir manzarayı hemen görebilseydim.

Sonra durup tek bir kişiye odaklandım. O acıyla gözyaşı döken dedenin çok mutlu olduğunu gözlerimin önüne getirdim. Torununun buradan her çeşit çiçeği alarak kendine taç yaptığını düşledim. Çok daha güzel, çok daha güvenli bir kasaba hayal ettim.

Gözlerimi yavaşça açtığımda ise Bera da yanıma ulaşmıştı. Benimle birlikte o da ileriye bakıyordu. Sanki ikimiz de aynı şeyi dilemiştik. İkimiz de aynı şeyleri düşünmüştük.

"O dedenin torununu ben gömdüm," dedi ciddi bir ses tonu ile. Evet, tahmin ettiğim gibi gerçekten de aynı şeyleri düşlemiştik.
"Onun ilk gözyaşlarına ben tanık oldum. Hikayesini ilk ben dinledim."

Yavaşça ona kaydı gözlerim ve sıkıntılı bir nefes aldı.

"İlk olmak o kadar ağırdı ki... Bu hikayenin omuzlarıma yüklediği ağırlığın farkına uzun süre varamadım. Sonra hep bir ortak aradım. Benimle aynı duyguları yaşayacak bir ortak. En az benim kadar ince düşünen ve en az benim kadar neden olduğunu anlayamadığı üzüntü ile kavrulan bir kalbe sahip olan."

SALGINWhere stories live. Discover now