20. Bölüm 🦠

9.7K 1.1K 85
                                    



Sona eren okul saatinden sonra öğrencilerim sınıfı hızla boşaltırken masamdan asker çadırlarını seyrediyordum. Havada hafif gri bulutlar çoğalınca şu kale denen yerin seyredilesi bir güzellikte olabileceğini düşündüm. Eşyalarımı toplayıp okuldan çıktım ve önce Sarp'ı çağırmak için sağlık çadırına doğru yöneldim. Sonrasında ise ayaklarım beni geri geri götürdü ve kendimi çocuklarla oyun oynayan Esma'nın yanında buldum.

"Hilal abla!"

"Esma'cığım."

Bana sarılan Esma'yı öptükten sonra diğer çocuklar da etrafımıza toplandı.

"Çocuklar yağmur yapmadan evlerinize dönün olur mu?"

"Olur öğretmenim."

"Esma benimle biraz gelir misin bir şey isteyeceğim."

Esma ile birkaç adım uzaklaştığımızda kulağına fısıldadım.

"Ne diyeceğini güzelce anladın mı Esma'cığım?"

"Anladım. Babama Hilal abla seni kalenin altında bekliyor diyeceğim."

"Evet, aferin sana. Acele etmesini de söyle tamam mı?"

"Tamam. Ben koşuyorum hemen söyleyeceğim."

"Aferin sana."

Esma'nın siyah saçlarını okşarken banyo yapması gerektiğini düşündüm. Vakti gelmişti. Akşam su kaynatır banyosunu yaptırır belki de benim yanımda uyuması için izin alırdım. O benden uzaklaşırken ben de kaleye doğru yürümeye başladım.

Kalenin bulunduğu yer kasabanın ortasında yüksekçe bir tepe gibiydi ve en üstünde Türk bayrağı dalgalanıyordu. Yer yer mağaralarla dolu olan kalenin yüzeyi rüzgârlı bir vadiyi andırıyordu. Tırmanmak zor değildi ancak yine de insanı ürküten bir karanlığı söz konusuydu. Özellikle mağaralara girenlerin kaybolduğunu öğrendikten sonra daha da ürkütücü gelmişti. İçi göründüğünden daha karmaşıktı demek ki.

Yavaşça çıktığım yollardan, yükseldikçe uzaklardaki evleri bile görebiliyordum. Klasik Konya çiftlikleriydi. Geniş bahçeleri, uzun evleri ve kavak ile çamdan oluşan minik ağaçlandırmaları ile göze çarpıyordu. Toplu yerleşim yapılsa da gözün görebildiği en uzaklarda bile bir tane yapıya rastlamak mümkündü. Kasabalı ile konuşurken burasının diğer kasabalara göre daha eski bir yapı olduğundan bahsetmişlerdi. Hatta bu kale içindeki altınlar da daha önce burayı işgal eden yabancı askerlere aitmiş. Bazı evlerin ve tarlaların da altında gömüler mevcutmuş. Dediklerine göre buradan çıkmak zorunda kalan yabancılar altınlarının olduğu yerleri haritaya dönüştürmüş ve yıllar sonra buraya gelip gömülerini alıyorlarmış.

Havası da mükemmel olan bu memleketin insanı ise sessizdi. Pek konuşmaz ve şikayetten uzak sakince hayatını idama ettirme peşindeydi. Kasabalının akrabalarından çoğusu yurt dışında olduğu için yaz ayları onların da gelmesiyle burasının nüfusu artıyordu. Şimdi ise yarı yarıya azalmıştı.

Oturduğum tepenin yamacında uzaklardaki bir evi seyrederken kim bilir kimlerin yaşayıp oradan geçtiğini düşünüyordum. Ne acılar yaşamışlar, nasıl sevmişler, ömürleri neyle geçmişti. Ören olan bazı yapılarındaki kerpiçler yıkılıp yere dökülürken onların da bir zamanlar duvar görevi gördüğünü biliyordum. Zaman, hem çok acımasız hem de tam vaktinde yetişen vefalı bir dost gibiydi.

O evi izlerken oraya gitme hissi ile doldum bir anda. Kasabanın çıkışına doğruydu ve çiftlik tarzı bir yapısı vardı. Nazlı nazlı sallanan çamlarına bakarken bir çıtırtı oldu. Hemen oturuşumu düzelttim. Bera gelmiş olmalıydı. Şimdi bir sürü şey söyleyecek ve onun anlattığı şeylere odaklanmam gerekecekti. Esasen onu dinlerken ben de çok hoş bir hisse kapılıyor ve konuştukça konuşsun istiyordum. Toprak'ın söylediği şeylerden sonra bile heyecanlanmama neden oluyordu. Kendime engel olamıyordum.

SALGINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin