9. Bölüm 🦠

14.4K 1.4K 608
                                    




~Salgın KTM3~
🟩🟩🟩🟩🟩

Çocukken çok hastalanırmışım. Öyle zayıfmışım ki beni gören herkes annem ve babamın iyi bakmadığını düşünür, beslenmede sorun yaşadığımı sanarak maddi yardım yaparlarmış. Oysaki durum tam tersiydi. Hem babam iyi kazanıyordu hem de ben çok yiyordum. Kendimi bildim bileli iştahı açık ve çok yiyen bir çocuktum. Annem ve babam bu kadar iyi beslenmeme karşın zayıf olmamdan dolayı hastane hastane dolaştırmışlar beni. Kimsecikler bir şey bulamamış. Hatta bazı hastanelerde kalırken doktorlar ve hemşireler de iştahlı yemek yememe rağmen bu kadar zayıf olmama şaşırırlarmış. Testlerde bir şey çıkmasa da çok sık hastalandığım için bol bol takviye de almaya başlamışım. Vitaminler, proteinler, çeşit çeşit haplar derken ne olduysa on dört yaşımdan sonra olmuş. Bir anda boyum uzamaya başlamış ki hoş şimdi de bir seksen değilim ama bir altmış bile benim gibi zayıf biri için mucizeymiş. Sonra kilom artmış, yanaklarım pofidik poğaça gibi olunca annem sevinçten ağlamıştı. Çok iyi hatırlıyorum babamın ben kilo aldıkça evin içinde mutluluktan dans edişini. Kilom arttıkça iştahım kesilmiş, az yemeye başlamışım ama sonra su içsem yaramaya başlamış. Böyle zıtlıklar içinde büyümüşüm. Yirmiden sonra da normale dönmüşüm ve herkes gibi yedikçe kilo almaya başlamışım işte.

Şimdi düşünüyorum da tüm bu zayıflığımın arkasında benim yerinde duramayan kıpır kıpır karakterim vardı bence. Evde hiç durmuyordum. Yemekten sonra bile dışarı çıkıp saatlerce koşup oynuyordum. Öyle ya da böyle bir şekilde pek normal bir çocukluk geçirdiğim söylenmezdi. Sırf bu yüzden doktorlar ve hemşirelere karşı bir fobim bile oluşmuştu. Son dereceye gelmeden hastaneye gitmekten adeta kaçar hale gelmiştim.

Yüzbaşının Esma'yı güvenli bir yere götürmek için benden ayrılışının üzerinden neredeyse bir saat geçmişti ve ben bu bir saat içinde arabamın içinde sessizce bekliyordum. Dışarıdan sessiz olsam da düşüncelerimde tüm hayatımı film şeridi gibi bir kere daha hayal etmiştim. Tabii bunda açlıktan guruldayan midemin de katkısı büyüktü. Ayaklarımı uzatıp dinlenmeye çalışırken gözlerim kapalıydı. Hemen yan koltukta duran telsiz parazit sesi çıkarınca irkildim ve toparlanarak elime aldım.

"Tüm kasaba halkının evlerinde kalmalarını söyleyin tamam! İkinci bir emre kadar kısa süreli karantina ilan ediyoruz. Özellikle araba içinde olan öğretmenlerin tamam!"

Öğretmen kelimesini duyunca gözlerimi açıp etrafıma baktım. Bir öğretmenim ve araba içindeyim. Araba benim değil ama sorun da değil.

Sonra yeni bir anons geçildi.

"Hava hâlâ çok sıcak. Kasaba halkına temiz su dağıtımı yapın tamam! Sulama kanalları dahil hiçbir su birikintisine insan ve hayvanların erişimine izin vermeyin. Araba içinde olan öğretmenleri de unutmayın tamam!"

Bir kere daha! Su deyince susadığımı da hissettiğim için dudaklarımı ıslattım. Peşinden yeni bir anons geçildi.

"İnternet kesik ve telefonlarla ulaşım engellendiği için kasabalıya ulaşım için telsizlerle yardımcı olun tamam! Gerekirse her evi tek tek gezin ve bir ihtiyaçları var mı diye öğrenin. Arabasının içinde olan öğretmenlerden bazılarının telsizi olabilir tamam!"

Elimdeki telsize bakıp gözlerimi kırpıştırdım. Öğretmen derken sadece benden mi bahsediyordu? Eğer benden bahsetmiyorsa başka öğretmenler de mi vardı? Ve tüm öğretmenler birleşip arabalarımıza mı girmiştik?

Tüm bunları düşünürken camım tıklatıldı iki kere. Hızla cama döndüğümde yine güneş gözlüğü taktığı için yüzünün bir bölümü görünmeyen yüzbaşı ile karşılaştım. Gülümseyerek elindeki telsizi işaret ediyordu.

İlk zamanlara kıyasla bu enerjisi beni  çok rahatsız etmese de ben onun gibi gülümsemedim sadece bıkkınlıkla nefes vermekle yetindim. Otomobilin kapısını biraz sert açınca dizlerine çarpmıştım. İnleyerek bir adım geri gittiğinde abarttığını biliyordum. Kapıyı yeniden kapattığımda eğilmiş dizlerini tutuyordu.

"Ah afedersiniz bilerek çarpmış gibi oldum."

Yeniden doğruluğunda güneş gözlüğünü çıkarttı ve tebessüm etti. Abarttığını biliyordum zaten.

"Önemli değil de bıçak yarası vardı ona denk geldi sanırım."

"Ne?"

Yine abartıyordu. Yüzüne bakmaya devam ettim. Abartmıyordu galiba. Gerçekten var mı ki? İçim içimi kemirmeye başladığında göz ucumla dizine baktım. Olabilirdi, sonuçta asker.

"Şey, bakabilir miyim? Belki kanamıştır. Çok ama çok özür dilerim. Ben, siz gülünce, yani birazcık...ah!"

Dudaklarını büzerek gülmeye devam etti. Benim bu pişmanlık dolu halim hoşuna gidiyor olmalıydı. Bense gerçekten üzülmüştüm. Bazen içimde biriktirip yanlış hareketler yapıyorum. Ve nedense diğer kimseye yapmadığımı Bera yüzbaşına yapıyorum. Bu, onun yanında kendimi rahat hissettiğim anlamına geliyor sanırım.

Ben yine düşüncelere dalmışken "Çizmelerim," dedi işaret parmağı ile siyah bağcıklı çizmelerini göstererek.
"Onları bağlamak yarım saatimi alıyor. Ama yine de sizin yaramı görmeniz için başka bir yol var tabii dedi ve eli kemerine gidince gözlerimi sonuna kadar açtım.
Hemen sonrasında ellerimle gözlerimi sıkıca kapatarak "Hayır! İstemiyorum! Kalsın kalsın. İyidir bir şeyin yoktur!" diye bağırdım.

Niye böyle ani tepkiler veriyordum hiçbir bilgim yoktu ama beni bu hale getiren oydu.

Bir süre bekledikten sonra parmaklarımın arasından ona baktığımda ellerini iki yanına yaslamış öylece bana bakıyordu. Dudağının kenarı ile gülerken  "Cidden ideal tipimsin," dedi.

"Ne?"

"Hiç, yok bir şey."

Kollarımı indirirken ona baktım bir kere daha. Kemeri olduğu gibi duruyordu. Anlaşılan beni kandırmıştı biraz önce. Benimle oyun mu oynuyordu yani? Bera yüzbaşına gerçekten gıcık oluyorum. Sinir ediyor beni. Gafil avlıyor ve...

"Benimle güzel eğleniyorsunuz. Tüm bu kasaba içinde uğraşacak başka bir şey yok değil mi?"

"Bilakis, çok fazla işim var. Ve sandığınızın akisine çok da meşgulüm."

"Pek belli olmuyor da."

Gülümseyerek bana bakmaya devam ederken "Senin için bir ev buldum. Hadi eşyalarını al da gidelim," dedi.

Bunu söylediğinde yürümeye başlamıştı bile. Elleri hala iki yanında ve askeri botlarının çıkardığı sesle arkadan oldukça havalı görünüyordu. Havalı mı? Ben neden şimdi onu havalı bulmaya başladım ki? Çok da hızlı yürüyordu. Arabamı çabucak kilitleyip arkasından koşarken "Bana bulduğunuz ev kiralık mı? Çünkü uzun bir süre maaşımı alabileceğimi sanmıyorum ve evi kiralarsak ödeme yapamayacağım," dedim.

"Endişelenme herkes canının derdine düşmüş durumda. Kimse senin ödeyemediğin kira ile ilgilenmez. Ayrıca çok dert ediyorsan biriktirip aldığında verirsin olur mu?"

"Sonradan ödemek mantıklı. Peki tek başıma kalmak ne kadar güvenli olur?"

"Onu da düşündüm. Askeri birliğin çadırına yakın olacaksın. Bağırsan duyarım."

"Ben bağırana kadar yetişebilir misiniz de?"

"Umarım böyle bir şey yaşamak zorunda kalmazsın."

"Peki, senli benli konuşmaya başlamanız ne kadar doğru sizce?" diye sordum.

Omuzlarını silkeleyerek yaramaz bir çocuk gibi dudaklarını büzdü.

"Samimiyet iyidir yani," dedi ses tonunu yumuşatarak. "Samimi insanları severim."

"Samimiyet yerine profesyonelliği tercih ederim," dedim gözlerimi devirerek.

Beni tasdikleyen ses tonu ile "Sen nasıl isterseniz," dedi.

Beni anladığından şüpheliydim. Belki de anlamazlıktan geliyordu ki bu daha büyük ihtimaldi. Bera gibi birinin çok zeki olduğu bakışlarından bile belli olur. Gözleri ile konuşur ve bakışları ile analiz eder. Geriye tek bir şey kalıyordu, o da benimle eğleniyor olması.

💊

SALGINWhere stories live. Discover now