32. Bölüm 🦠

7.5K 893 131
                                    




Bahar gelse ancak bu kadar güzel hissettirebilirdi. Rengarenk boyalar, cıvıl cıvıl çocuklar, başlarına gelen her türlü felakete rağmen gülümsemeye devam eden kasabalılar. Hava da bize uygun hareket ediyordu sanki. Işık rüzgârlar eserken çok uzaklardan taze toprak ve çiçek kokusu etrafımızı sarıyordu. Güneş ne çok yakıyor ne de üşütüyordu. Her şey tam istediğimiz gibiydi ve resim yapmak bin kat daha eğlenceli geliyordu.

Ortaya çıkan eserlerden çok çocukların ve kasabalının bakışlarındaki parıltılar beni mutlu ediyordu. Tüm resimler sergilenmek üzere ortak alana toplandığında tüm kötü enerjimizi bir kez daha atmıştık üzerimizden. Sıra sıra dizilen tuvallerin seyircisi çoktu. Kim neyi çizmiş, kiminki ne kadar çok ziyaretçi alıyor, hepsi kulaktan kulağa yayılan yepyeni bir konuydu.

Etkinlikten sonra öğle yemeği için sıraya girmiştik. Elimde tabldotla yavaş yavaş ilerlerken yan taraftaki sağlık biriminin sırasına baktım. Sonra yemek dağıtan askerlere ve iki sıra arasında durup özenle etrafa bakan, insanların ihtiyaçlarını gidermek için gönüllü olan Bera'ya. Hayat devam ediyordu. Öyle çok alışmıştı ki bünyelerimiz. Hüznün en ağır halini yaşayıp sonrasında en tepelere çıkıyorduk. Belki sonra bir kere daha en dibi görüp, yeniden kalkıyorduk.

Ne çok şey öğrenmiştim burada. İşini iyi yapan insanların ciddi olmak zorunda olmadığını. Bazen bir insanın içinde neler yaşadığını yüzünden anlayamayacağımızı. Gülerken, yüreği kan ağlayan onca zavallının olduğunu. Kalplerde fırtınalar kopsa da yüzlerde bahar yaşanabileceğini. Ve yardım denilen şeyin, ancak içten olduğu sürece işe yaradığını...

Öğrendiğim tüm bu şeyler bütün hayatım boyunca kulağıma küpe olacak kadar değerliydi. Elbet buradan çıkacaktık ve bu öğrendiğim şeylerin hiçbirini unutmayacaktım. Hepsi ama hepsi altın kadar kıymetliydi benim için.

Öğrencilerim okulun bahçesinde kendilerine hazırlanan yerde yemeklerini yerken onlara uzaktan bakıp gülümsedim. Gün geçtikçe gözlerindeki umudun nasıl arttığını görebiliyordum. Bu yolda yalnız olmadığım için öyle mutluydum ki...

Gülümseyerek önüme döndüğümde Bera ile göz göze geldik. İşin aslı daima onun kadrajındaydım. En başından beri...

Görev başında ciddi olduğunu bilsem de gülümseyen yüzümü değiştirmedim ve gülümseyerek ona bakmaya devam ettim. O yine karşılık veremedi ama gözlerini benden de çekmedi. Varlığı kalbime huzur veren bu insana karşı duyduğum sevgi o kadar büyük ki bunu kelimeler ile anlatmam asla mümkün değil. Sadece gülümsediğinde bile karanlık gecemde yıldızların ışığını açtığını düşünüyorum.

Esen tatlı rüzgar benden ona, ondan bana gelirken ben dudaklarımdaki gülümsemeyi asla silmemiştim.

Sıra bana gelene kadar bakışlarımız birbirindeydi. Hâlâ ona bir cevap verememiştim. Bu, ona karşı bir şey hissetmediğim için değil, korktuğum içindi. Bera gibi biri, gerçekte çok daha iyilerine layıktı. Onun için önemli olan para ve güç olmasa da gerçekten onun için en iyisi ben miydim?

Belki biraz daha vakit lazımdı. Onun benden iyice emin olması ve benim de ona karşı kendimi yeterli görmem için. Her şeyin bir vakti olduğu için çıkmamıştı cevap benden. Yine de bu onu istemediğim için değildi. Sıra bana geldiğinde görevli asker tepsimi doldurmaya başladı.

"Afiyet olsun Öğretmen hanım."

"Size de onbaşı."

"Bol bol yiyin ve enerji toplayın lütfen."

"Senin hatırına bol bol yemeye çalışacağım. Lütfen sen de ihmal etme."

"Etmem öğretmen hanım."

SALGINWhere stories live. Discover now