50. Bölüm 🦠

6.5K 737 173
                                    


Ertesi sabahın ilk ışıkları gökyüzünde göründüğünde bu, gelmesi istenmeyen en karanlık sabahlardan biriydi. Herkes üstüne düşeni yapıyordu ancak adımları arada bir geriye gitmiyor değildi. İsteksiz ve mecburi bir hazırlık hızla devam ederken vakit çok hızlı geçiyordu.

Kasabalı cenaze işlemleri için yaptıkları hazırlıklar ile yeniden alana toplandıklarında askeri birlik de düzenleme işlemleri için gelmişti. Çocuklar biricik öğretmenleri için yas çiçekleri ile toplanmışken doktor ve hemşireler de tamamen hazırdı.

Önce cenaze yıkama işlemleri için kasabalı tek yürek olup çalışmaya başladı. Herkesin gözleri yaşlarını cömertçe sunarken kimse kimseyle konuşmuyordu. Yüreklerindeki derin acının bir tarifi yoktu. İmam son hazırlıklarını yapıp namaz için kasabalı ile konuşuyor, kadınlar baş örtülü şekilde kenarda bekliyorlardı.

Onbaşı hazırlıkları organize ederken arada bir ağlamaklı çıkan ses tonu anılarına gidip gelmesiydi. Bunca kişiyi kaybetmişken bu kadar gerçek hissettiren bir kayıp dayanılabilir değildi. İnsanın birlikte omuz omuza savaştığı yol arkadaşlarını kaybetmesi kendisini kaybetmesiyle birebirdi. Her yer Hilal öğretmenin anıları ile doluydu. Herkesin yüzünde Hilal öğretmenin gülüşü, emeği, umudu, hüznü vardı. En çok çocuklar, en çok çocuklar bu kaybın acısını çekiyorlardı.

"Ağlamayı bırak onbaşı, baksana binbaşı ne kadar metanetli davranıyor."

Doktorlardan kıdemli olan Okan onbaşıyı teselli etmeye çalışsa da olmuyordu. O da hüznünü kendi kendine geçirmeye çalışıyordu sadece.

"Ateş yakıldı. Suyu ısıtmaya başladık."

Kasabalının en yaşlısı Mustafa dede haberi verirken üçlü toplaşmış duruyorlardı.

"Eğer bir şansım olsaydı zamanı geriye almak isterdim," dedi onbaşı.

"O pis adamın suya virüs bulaştırdığı ana gelip onu virüsle boğmak isterdim."

"Şiddet hiçbir şeye çözüm olmazdı," dedi Okan.

"Baksana bunca can yitip gitti ve geride ne kaldı? Yıkılmak üzere olan kerpiç evleri, peşlerinden ağlayan evlatları ve uğruna can verdikleri toprakları."

"Üstelik o leş de geberip gitti," dedi Mustafa dede.

"Söylesene evlat kim kazandı?"

Bir yandan doktor bir yandan Mustafa dede onbaşıyı teselli etmeye çalışsalar da ne kadar işe yaradığı tartışılırdı.

"Asker abi öğretmenimizi son kez görebilir miyiz?"

Çocuklardan üç kişi ellerinde çiçekle geldiğinde onbaşı onların boyuna inmek adına dizlerinin üstüne çöktü.

"Çocuklar öğretmeninizi görmeyi çok istiyorsunuz biliyorum ama şu an öğretmeniniz sizin bildiğiniz durumda değil. Biraz farklı görünüyor ve eğer bana güveniyorsanız onu gördüğünüz en son hali gibi aklınızda kalması sizin için çok daha iyi olur."

"Çok mu kötü görünüyor?"

"Kötü demeyelim de mesela sizin aklınızda nasıl kaldı en son?"

"Çiçek gibi!"

Çocuklar heyecanla bağırdığında onbaşı nemli gözleri ile gülümsedi.

"Evet, çiçek gibi kalması sizin için çok daha iyi olur. Anlaştık mı?"

"Anlaştık."

Çocuklar onbaşının anlaşmasını kabul ettiklerinde çiçekleriyle birlikte yerlerine dönmüştü. Ve bekleyiş süresi başladı.

SALGINWhere stories live. Discover now