22. Bölüm 🦠

8.9K 979 58
                                    



Neredeyse hiç geçmek bilmeyen bir geceydi. Böyle bir karanlık ve umutsuzluğu hiçbir zaman hissetmemiştim. İnsanın damarlarına karışıp, aklını karıştıran türde bir yalnızlıktı bu.

Bir keresinde beşinci sınıfa gittiğim vakitte arkadaşlarım beni öğretmene şikayet etmişti. Hem de bir mektup yazıp topluca şikayet belirtirken. Mektubu hiç okuyamadım ama o zamanlar kendimi çok kötü hissetmiş, kimselere söyleyememiştim. Neden ve nasıl o birkaç arkadaşımın nefretini kazanıp de şikayet edilebilmiştim? Hem de bir mektupla. Sonrasında biri hariç diğer ikisi ile çok yakın arkadaş oldum. Birbirimize gelip giderken o bir kişinin beni çok kıskandığını öğrendim. Hep olmayan kötü şeyleri diğer ikisine anlatıyor ve beni kötüleyip duruyormuş. Beni tanıdıklarında hiç de öyle biri olmadığımı anlamışlar. Şu bu anımı hatırlatan şey ne şikayet ne de mektup.

O, berbat; yalnız hissettiren, karamsarlık hissi... Tıpkı şimdi olduğu gibi.

Kabustan sonra bir daha gözüme uyku girmemişti. Bir süre yatakta tavanı seyretmiş bir süre yatağın için sağa sola dönerek vakit geçirmiştim. En son kalkıp bağdaş kurdum ve sırtım duvarın soğukluğuna vererek düşünmeye devam ettim. Hemen yanımda duran sehpada bir sürahi su ve bir de bardak vardı. Önce yarım bardak sonra da iki bardak su içtim.

Suyu pervasızca içiyordum ama salgının içme suyundan bulaştığını hesaba katarsak tedirgin olmalı ve hatta tereddüt etmeliydim. Bilemiyorum belki de bilerek üstüne üstüne gidiyordum şu an. İçimde bir cehennem kuyusu varmış da onu söndürmek için bir çırpıda tüm suyu içmeye çalışıyordum.

Sahi içme suyundan ne salgını?

Bardağı elimde tutarken odanın küçük penceresinden içeri sızan ay ışığı geçti bardağın içindeki sudan. İçme suyuna salgın hastalık nasıl bulaşır ki? Tamam ithal gübreler karıştı diyelim ama o gübreler zaten tarlalarda kullanılmıyor muydu? Bunca sene böyle bir salgın olmazken neden şimdi?

Bera bu meseleyi araştırmamamı söylese de onun bildiği şeyler vardı ve tahminimce bu bir toplu katliamdı. Kim? Neden? Sıradan insanların yaşadığı ve kimseye zararı olmayan bu topluluğun ne gibi düşmanları olabilirdi? Ya da neden hedef alınırlardı? Onların ölümü dünyayı daha güzel bir yer haline getirmiyordu. Ve zaten asıl amaç belki de bu değildi.

Dizilerimi karnıma çekerek kabusun etkisinden kurtulmaya çalıştım. Gelen gıda kolisinin içinde sadece bir çikolata kalmıştı ve onu da yiyip yememek konusunda kendimle çelişip duruyordum. İnsan yalnızken konuşacak kimseyi bulamıyor bu yüzden de daha fazla düşünce sarıyordu beynini. Sanki başka bir ben daha vardı içimde ve o sürekli konuşuyordu. Endişe ediyor, korkuyor, yapmam gerekenleri tekrarlayıp duruyordu. Tabii bunun psikolojik yanı da vardı ama kendimi normal bir hayatta gibi hissetmeye çalışmak adına bunu normal karşılıyordum.

Öyle ya da böyle vakit geçmek bilmiyordu. Eğer beklediğim ve merak ettiğim biri olmasa belki bu kadar sorun olmazdı ama şimdi...
Acaba Bera ne yapıyordur ki şimdi? Uyumuyordur muhtemelen. Askerlerin yanında mıdır sağlıkçıların yanında mı? Kim bilir belki de cenazeleri inceliyorlardır. Belki bir kasabalı ile dertleşiyor belki yemek yiyor belki de ağlıyordur.

Elimle yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına tıkıştırdığımda gözlerim bir kere daha telsize kaydı. Bir kere daha? Bir kere daha sesini duysam ve en azından ne yaptığını bilsem.

Uzanarak telsizi elime aldım ve bir kere yapılmış olan kuralsızlığı bu sefer daha çabuklukla yaptım. Hatta bağlandığımda ses yoktu.

Birkaç dakika bekledim ve öylece durdum. Konuşacaktı elbet. Biri ona soru soracaktı. Birine bir şey söyleyecekti. Ondan habersiz iş yapılmayacağına göre mutlaka konuşacaktı. Uyumuş olabilir miydi? Sanmam. Bu gece uyuyabileceğini sanmam. Peki ama nerede? Sadece bir kere sesini duysam belki de huzurla uyuyabilirim. Hadi. Neredesin Bera?

SALGINWhere stories live. Discover now