4. Bölüm 🦠

19.3K 1.6K 553
                                    





~Salgın KTM3~
🟩🟩🟩🟩🟩


Minik salkım söğütlerin olduğu dere kenarında bir taşın üzerinde oturuyordum. Derede çokça su yoktu gerçi. Konya'nın hiçbir yerinde o kadar su olmaz ki. Suya aç toprak bulduğu anda yok eder suyu. Yine de burada biraz akıyordu ve etrafında ağaçlar taptaze duruyordu. Böylesi bir yer eminim kasabalının gelip piknik yaptığı alanlardan biriydi. Esen rüzgar kavakların uğultusu ile yanık kokusu taşırken daldığım noktaya bakıp düşünmeye devam ediyordum. Ne yapacaktım? Tüm kasabalıda böyle şeyler oluyorsa nasıl eğitime devam edecektim? Yapayalnız kalmıştım resmen. Bir başıma. Kimsesiz.

Oturduğum ne kadar süre geçti bilmiyorum. Gelip geçenler, kasaba halkı ve çocuklar başıma birikip durumuma bakıyor sonra yeniden gidiyor. Sonra başka bir grup geliyor ve gidiyor. Gözlerimin önünden gitmeyen o acı sahne sürekli tekrar ederken her defasında aynı sorulara cevap veriyordum.

"İyi misiniz öğretmen hanım?"

"İyiyim teşekkür ederim."

"İyi misin kızım?"

"İyiyim teyze teşekkür ederim."

"İyi misiniz?"

"İyiyim sağolun."

Benim burada yabancı olduğumu hepsi biliyordu ve benim için endişeleniyorlardı. Hepsi o kadar ilgiliydi ki, yemek yedirmek, uyumam için bir yatak ve dinlenmem için başka bir yer teklif edip durdular. Hepsini minnetle karşıladım ancak olduğum yerden de bir milim hareket etmedim. Dışarıdan iyi gibi gözüksem de içimde bir yerlerde kırılıp dökülmüştüm. Umutlarım vardı. Heves ettiğim onca şey ve yarınlar için hedeflerim. Şimdi ne olacaktı? Olduğum yerde derin nefesler almaya devam ederken bir bardak daha uzatıldı.

Bardağa ve uzatan kişiye baktım. Yine aynı çehre, yine aynı tebessüm eden yüz ve yine aynı isimdi. Bu içtiğim kaçıncı suydu bilmiyorum. Suyu alıp almamakta tereddüt yaşarken "İçsen iyi olur öğretmen hanım. Hatta çok içsen daha iyi olur. Bu korkuyu atlatabilmen için faydası olacaktır," dedi Bera yüzbaşı. Onu görmeyeli çok geçmemişti ancak tanıdık bir yüz olduğu için memnun olduğumu inkar edemeyeceğim.

Bardağı alırken onu biraz daha inceledim. Siyah askeri botları, kamuflaj desenli üniforması ve yakasında asılı güneş gözlüğüyle yüksek rütbeden olduğunu belli eden bir tavrı vardı. Yüzbaşıydı gerçi. Elbette yüksek rütbede olmalıydı, Buna nispeten sürekli tebessüm eden ve enerji dolu bir ses tonu, temiz bir çehresi ve sıcaktan bunaldığını belli eden bir bıkkınlığı vardı. İnsan yüksek rütbe deyince daha ketum ve suratsız bir şey hayal ediyor. Bera yüzbaşı her defasında bana yaramaz bir çocuk enerjisi veriyordu.

Ayakta dikilirken bana bakıyor, aynı şekilde tebessüm ediyordu. Gözlerini benden ayırmadığı için ikinci yudumu tam yutamadım ve öksürmek zorunda kaldım. O geldiğinde etrafta fazla bir insan kalmamıştı.

"Seni uyardığımız halde kasabaya girmen cidden eğitim için mi?"

Öksürüğüm kesildiğinde "Evet," dedim.

"Cidden mi?"

"Evet. Hem eğitim hem de bana aksi bir haber gelmemişti. Ama şimdi görüyorum da sizin sözünüze itibar etseydim daha iyi olurmuş."

"Ama artık dışarı çıkamazsın biliyorsun değil mi? Bizimle birlikte karantina bitene dek burada kalmak zorundasın."

Başımla onaylarken iç çektim. Kendi yaptığım hatanın cezasını çekiyordum. "Biliyorum elbette. Peki karantina ne kadar sürer?"

Başını iki yana salladı. "Bunu kimse bilmiyor. Karantina bitti emri gelince belki."

Hüzünle başımı önüme eğmiştim ki bir kere daha sordu.

"Yani sen cidden eğitim için karantinayı deldin öyle mi?"

Kaşlarını kaldırıp, gözlerini sonuna kadar açmış bir halde bana bakarken cidden merak ediyordu. Benim karantinayı delip buraya gelmem onun için astronomik bir şeydi sanırım. Bir ellerini iki yanına yaslamış merakla bana sorduğu soruya bir de içinde bulunduğum duruma baktım. Daha önemli olan şeyler vardı. Benden daha önemli ve mühim bir mesele vardı ortada.

Bardağı yere bırakarak ayağa kalktım. Ona daha çok yaklaşınca hafif bir parfüm kokusu doldu burnuma. Bu koku içimde bir şeylerin kıpırdamasına neden olurken o bir adım geri gitti ve eli ile başımın üstünden hayali bir çizgi çekerek boğazına kadar getirdi. Kıstığı gözleri ile boğazındaki eline bakarken gülümsüyordu. İkimiz birlikte onun boğazında duran eline bakarken "Tam olarak ne yaptığını sorabilir miyim?" diye sordum.

Bir an için beni unutmuş olmalıydı. Bir çocuk gibi mutlu olmasının başka anlamı olmazdı zira. Ben onu uyarınca kendine geldi ve elini hızla geri çekerken "Hiç, hiçbir şey," dedi.

Ellerini sallayıp sağa sola bakarken gözüm üstündeydi. O da biliyordu ve kaçamak bakışlarla bana bakıyordu. Karşımda benden uzun ancak tıpkı öğrencilerim kadar küçük bir çocuk vardı sanki.

"Ne yapıyorsun diye sordum?" Benden kaçamazdı. Cevabını beklediğimi fark edince pes edercesine "Peki, sadece boyunu ölçüyordum," dedi.

Şaşkınlıkla ağzımdaki tüm havayı bir anda dışarı verdiğimde kaşlarımı çatmıştım. "Bakın bölük başı, ciddi misin bilmiyorum ama sence de şu an ilgilenmemiz gereken daha önemli ve dehşet verici bir durum yok mu?"

"Yüzbaşı," diye mırıldandı.

"Ne?" Tam duyamadığım için bir kere daha sordum.

"Ben yüzbaşıyım," dedi masumca.

"Ne yani yüz kişiden sen mi sorumlusun?" Alayla sordum ama o ciddi cevapladı.

"Şey, aslında tam olarak öyle değil ama..."

"Her neyse," dedim geçiştirerek.
"Bakın beyefendi, ben bir öğretmenim ve eğitim için geldiğim kasaba karantina altına alınmış. Az önce gördüğüm genç kıza bakılacak olursa da durum çok fena ve görevli olarak siz gönderilmişsiniz. Lakin durumu açıklamak yerine farklı şekilde davranıyorsunuz ve nasıl sizin gibi birine güvenmemi bekliyorsunuz anlamış değilim."

"Benim neyim varmış da?" diye sordu masumca. Evet yüzbaşıydı ama ona ne desem içimi acıtan bir şekilde cevap veriyordu. Utanmasam çocuk gibi yumuşak davranacaktım kocaman adama.

"Pek bir şeyiniz yok. Sorun orada zaten. Geldiğimden beri gülümsüyorsunuz ve biraz önce bir insan yakıldı bana en azından bir açıklama yapmak yerine... Ah her neyse."

Bakışları yere indiğinde morali tamamen bozulmuşa benziyordu. Biraz önceki gülümseyen halinden eser kalmamıştı ki yeni bir asker geldi.

"Komutanım bir vaka daha patlak verdi. Hemen gelmeniz gerekiyor."

Bakışları yerden kalktı ama morali düzelmemişti.

"Kasabalıyı güvene aldınız mı?"

"Evet komutanım. Çevresinde bulunan bütün evlere dışarı çıkma yasağı getirildi. Hasta şu an dışarıda duruyor."

Bera yüzbaşı gitmeden önce son kez bana baktı sonra da askerin gösterdiği yere doğru yürümeye başladı. Arkasından ona bakarken biraz sert mi çıkıştım diye düşünüyordum. Gerçi bir tek bana gülümsemişti deminden beri. Diğer hiçkimseye gülümsediğini görmemiştim. Bu onu sürekli gülen biri yapmıyordu. Galiba biraz abartmıştım. Herkes benim gibi yaşadığı dehşeti somurtarak vermek zorunda değildi ya.

Yüzbaşı Bera diğer askerle birlikte uzaklaşırken bir kere daha oturdum ve kasabalının yemem için getirdikleri yiyecekleri yemeye başladım. Bir tabak bulgur pilavı, bir tabak nohut yemeği ve biraz da salata vardı. Yemek lezzetliydi ancak benim pek iştahım yoktu. Yanına koyulan yufka ekmeği ile azar azar da olsa yemeği bitirene dek yedim. Burada hayatta kalmam için güç kazanmam gerekiyordu. Bunu biraz da olsun Bera yüzbaşını örnek alarak anlamıştım.






💊

SALGINWhere stories live. Discover now