35. Bölüm 🦠

6.9K 833 58
                                    



Boş tabldotumla kahvaltı sırasında beklerken hemen yan tarafımızdaki sağlıkçıların sırasına baktım. Hepsi aynıydı ve kendi hallerinde birbirileri ile şakalaşıyor, yemek sırasının gelmesini bekliyorlardı. Kimisi bir sonraki işinin ne olacağını tartışırken kendi sırama baktım. Kasabalılar da kendi arasında eskisi gibiydi. Hayata sıkıca tutunmuşlarken var olan sıkıntıları da göz ardı etmeye çalışıyorlardı. Okul bahçesine baktım, öğrencilerim de aynıydı. Maç oynuyor, kendilerine hazırlanan kahvaltıyı bekliyorlardı. Sonra önüme dönüp iki yemek sırası arasındaki boşluğa baktım.

Kimse yoktu...

Yeni gelen yüzbaşı her kimse bir kez olsun yüzünü görememiştim. Dediklerine göre karargah çadırından dışarı çıkmıyordu. Herhangi bir tehlike anında korunması için de nöbet bekleyen askerleri vardı. En azından ilk gelişte bari kendini tanıtsaydı ama yok. Yemek yemek için bile dışarı çıkmıyordu. Görevlendirdiği birkaç asker onun için porselen tabaklardan oluşan yemek tepsisini hazırlayıp ayağına götürüyordu. Bu rütbe işleri belki dışarıda olması gerekendi ancak böyle bir ortamda herkes canının derdine düşmüşken nasıl olabilirdi? Onu buraya gönderenler de mi bilgilendirme yapmamışlardı? Kendi moralimizi kendimiz düzeltmekten başka çaremiz yoktu resmen.

Sonra o boşluk gözümde bir anda büyüdü. Büyüdü. Büyüdü ve kocaman bir yer haline geldi. Sonu olmadığı düşünülen uzay boşluğu bile kapatamayacak sandım bir an için. Bera tek başına orada dururken nasıl da dopdoluydu. Tek bir insanın öyle büyük bir boşluğu nasıl kapattığını düşünürken parmağıma bir damla düştü.

Yine yağmur mu yağacaktı?

Başımı gökyüzüne kaldırdığımda tek bir bulut bile göremedim ve o an çeneme süzüldü bir damla daha.

Kendi gözyaşımdan habersiz o koca boşluğu doldurmayı düşünürken biri eteğimi çekiştirdi.

"Ben de yedi yaşındayım biliyon mu? Annem dedi ki yedi yaşına girdiğinde okula başlayabilirsin."

Nerden baksan ancak üç ya da dört yaşında olan küçük kız çocuğu hevesle bana bakarken annesi koşarak onu kucakladı.

"Kusuruma bakmayın öğretmen hanım. Okula gelmeyi çok istiyor da tutamadım. Çok küçük ama çok heves ediyor. Rahatsız ettik tekrar kusura bakmayın."

"Sorun değil. Bırakın lütfen."

Kadın çocuğu yere indirdiğinde onun boyuna kadar eğilip saçlarını okşadım. Esmer teni Esma'yı anımsatırken hüzünlenmiştim ancak onun parlak gözler benden hevesle bir cevap bekliyordu.

"Okula gelmeyi bu kadar çok mu istiyorsun?"

"Evet çok istiyom. Gelebilir miyim? Yedi yaşındayım."

"Havin! Dört yaşına yeni girdin kızım sen."

"Hımm. Annen mi doğru söylüyor yoksa sen mi yanlış biliyorsun acaba?"

"Ben doğru biliyorum. Valla bak."

"Tamam o zaman. Sana bir ödev. Evde ona kadar saymayı öğrenirsen ara ara okula alabilirim seni. Ama tamamen başlaman için biraz daha büyümen lazım anlaştık mı?"

"Anlaştık."

O vakit, o devasa boşluk yavaşça dolmaya başladı. Nefret değilse de vicdanın ağır sesi koskoca boşluğu bir anda doldurdu. Özlemin yerini yitip giden canların ruhu aldı ve bir kere daha kendime geldim.

Çocuk gitmişti. Boşluk da dolmuştu.

Evet belki Bera yeri doldurulamayacak biriydi ama geride bıraktığı enkaz azımsanacak türde de değildi.

SALGINNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ