5. Bölüm 🦠

17.7K 1.5K 377
                                    



~Salgın KTM3~
🟩🟩🟩🟩🟩

Uzun bir süre yerimde kaldıktan sonra arabaya gitmeye karar verdim. Hem kendimi daha güvende hissedecek hem de haber almaya çalışacaktım. Bu sefer geçtiğim sokaklarda az da olsa insan vardı. İşlek yere geldiğimde insanların dükkanlarını yeniden açtığını gördüm. Demek ki askerler emir verdiği için kapatmışlardı.

Babamın arabası olduğu için bu hafta sonu eve gidip ona verecektim ama şimdi kasabadan çıkamıyorken bunu nasıl yapabilirdim ki? Arabanın içinde radyoyu açarak son dakika haberlerinin olduğu kanalı aramaya başladım. Belki içinde bulunduğum durumla alakalı bir bilgi verirlerdi.

"Konya'nın Kozanlı kasabasında yaşanan felaket için tüm ekipler. Askerin müdahale için önden gönderildiği karantina bölgesinde giriş ve çıkışlar yasaklandı."

Bizden bahsedildiğini anlayınca hemen durdum. Başını kaçırsam da devamını dinlemek bilgi almam için yeterli olabilirdi.

"Kasabada içme suyuna karışan bir maddenin KTM3 virüsü taşıdığı ve bunun korkunç bir salgına sebebiyet verdiği bilgisine ulaşıldı. Virüsün tarlalarda ilaçlamada kullanılan ithal bir gübreden bulaştığı söyleniliyor. Karantina altına alınan kasabaya girişler yasaklandıktan sonra çıkışlar da aynı yasak kapsamında değerlendirilmeye başlandı. Acil hastalar için sağlık ekipmanları..."

"Yalancılar!"

Ben girdiğime göre demek ki girilebiliyor. Ama belki de ben gelirken yeni karantina altına alınıyordu. Başka türlü girebilir miydim ki?

"Kasabaya tedavi için tıbbi görevlilerin sevk edildiği duyururken, güvenlik önlemleri için milli savunma bakanlığı tarafından yirmi beş kişilik deneyimli ve profesyonel askeri sevkiyat yapıldı."

"Deneyimli asker dedikleri Bera yüzbaşı olsa gerek. Şu ana dek her şeye gülmesinin dışında pek bir deneyim göremedim ama neyse."

Radyonun sesini daha çok açtığımda dizlerimi kendime doğru çekmiştim.

"Kasaba halkına su ve gıda gereksinimi askerler tarafından sağlanacak. Ayrıca içme suyundan etkilenen çiftçiler için..."

Radyonun sesi gittikçe azalırken istemsizce bir iki defa vurdum ve kanalları çevirmeye başladım. Ses yoktu. Parazitlenmekten öteye geçmiyordu. Ne olduysa ses tamamen gitmişti. Hızla cep telefonumu çıkardım. Çekim gücü diye bir şey kalmamıştı. İnternete girmeye çalıştım ancak o da etkisizdi. Neler oluyordu böyle?

"Keşke radyoyu açacağıma anne babama haber verseydim önce. Of ya iyice meraklanacaklar. Herkesinki mi kesilmişti yoksa sadece benim mi?"

Aracın içinde sağa sola baktım ancak kimseler yoktu. İnip birilerine sormak ya da onların telefonunu kullanmak için kapıyı açtım. Arabadan çıkıp kapısını kapatmamla iki el silah sesi duymam bir oldu.  Korku ile çığlık atarak yere çömeldim. Ellerim kulaklarımda öyle beklerken titriyordum. Gözlerimin önüne bana doğru koşan kız, onu yakalamaları ve yakmaları gelip duruyordu.

"Düşünme düşünme düşünme."

Kendi kendime direktif versem de gözümü kapattığım da bile aynı sahneleri görmeye devam ediyordum. Beynim zonkluyordu resmen. Yüzbaşıyı çağırdıklarında kesin başka birini yakalamışlardı ve şimdi onu öldürmüş olmalılardı.

Tıpkı alışılmış bir korku gibi titremeye devam ederken üzerime doğru biri geliyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Bu sefer beni tutup çekecek biri olmadığı için kendim koşmaya başladım. Koştum. Araba büyükçe bir aralıkla arkamda kalana kadar koştum. Nereye koştuğumu bilmeden daha önce hiç görmediğim sokaklardan geçerken nihayet nefes nefese kaldığım o esnada kalabalığın olduğu yere geldiğimi fark ettim.

Bir el silah sesi daha duyduğumda tek çığlık atan ben olmuştum. Neden tek korkan ben oldum diye düşünürken meğer herkesin olayı birebir gördüğünün farkına vardım. Etrafını çevirdikleri manzarayı başından beri seyrediyorlardı ve hazırlardı. Metanetle beklerlerken korku ile titreyen sadece ben oluyordum.

Önümdeki birkaç kişi çekilip görüş alanım açılınca gördüm üçünü...

Bir anne, küçük oğluna sarılmış ağlıyordu. Çocuk henüz on on bir yaşında falandı. Zavallı kadın bir bebek gibi kucaklamıştı yavrusunu. Muhtemelen biraz önce oğlu kahkaha atarak etlerini koparmış ve bu yüzden de kanlar içinde kalmıştı. Bu öylesine zelil bir sahneydi ki biraz önceki genç kız bile daha kabul edilebilir duruyordu. Annenin gülümseyerek okşadığı saçlar kan içindeydi. Gözyaşı ile seyrettiği küçük yüz kırmızıya boyanmıştı. Bir annenin kolları arasında ölüme sunduğu en acı hediyeydi bu sahne.

Anne ve çocuk için ağlamaya başlayan kalabalık benim gibi korkmuyordu. Onlar daha büyük bir hisle kaplıydı. İçleri yanıyordu. Ciğerlerinde başlayan ateş gözlerinden yaş olarak düşüyordu yere.

İkiliye odaklanmışken başka biri daha çekti dikkatimi. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Onu gördüğüm hiçbir vakitte böyle değildi bakışları. Sürekli gülümseyen dudakları gerilmiş omuzları çökmüştü. Bakışları çocuktayken anne arada ona bakıp acı bir tebessüm sunuyordu. Üç el silah sesi de ondan gelmişti ve hepsi de annesini ısırmak üzere olan minik oğlan içindi.

Bera yüzbaşı tüm meslek hayatı boyunca en acı tecrübesini yaşıyordu muhtemelen. O an ilk defa gülümseyen halini özledim. Onu tanıdığım bu kısacık an içinde nasılsa öyle olmasını diledim. Umutsuzca baktığı çocuktan sonra mahçup bir ifade ile de anneye bakıyordu. Bu, çok ayrı bir yıkımdı.

"Yüzbaşım çocuğu çok bekletmeden gömmemiz lazım. Cenaze namazı için imam hazır bekliyor."

Bera çocuğa bakmaya devam ederken silahını yerine koydu.

"Anneyi ayırmamız lazım bir an önce yüzbaşım. Biraz daha sarılmaya devam ederse çocuğun kanı ona da bulaşabilir."

Bera bakışlarını çocuktan ayırmazken kasabalı büyük bir dikkatle onu izliyordu. Ne yapacak, nasıl bir yol izleyecek tek tek seyrediyorlardı.

Bizim gibi kalbi cayır cayır yansa da metanetini korudu ve anneye doğru yürümeye başladı. Onun geldiğini fark edince daha çok sarıldı kadın. Çocuğun saçlarını öpmeye başladığında Bera araya girmişti. Çocuğu kucaklamaya çalışırken kadın daha çok sarıldı.

"Yalvarırım yüzbaşım, ne olur biraz daha. Alacaksınız onu ve tamamen yok olacak. Bırak biraz daha koklayayım yavrumun saçlarını."

"Ceset artık çok tehlikeli ablacığım. Virüsün nasıl bir etki bıraktığını bilmiyoruz. Belki de salgıladığı zararlı şeyler kanıyla ya da teriyle de bulaşabilir."

"Gözünü seveyim yüzbaşım. Bera yüzbaşım. Az biraz daha."

"Komutanım hemen gömülmesi gerekiyor!"

Askerlerden bazıları Bera'yı sıkıştırırken "Beş dakika, öpme ve koklama yok. Sadece sarıl," dedi.

Kadın büyük bir minnetle ağlarken oğluna daha çok sarıldı. Bu ayrılık diğerleri gibi değildi. Derin bir nefes alıp izlerken herkes ağlıyordu. Benim de gözlerim doldu ve habersizce süzüldüler çeneme doğru. Annemi özledim bir an için. O da şimdi kendini yiyip bitiriyordur. Her yere başvurmaya başlamıştır bile. Bana ulaşmak için babamla birlikte kasabanın yakınlarına bile gelmiş olabilirler. Babamın arabasını alsam da otobüsle gelmişlerdir kesin. Daha çok akan yaşlarımı silerken Bera çocuğu aldı sonunda.

"Yavrum! Yakmayın onu n'olur. O daha çok küçük. Çok derine gömün. Saralım onu çokça. Ama yakmayın n'olur."

Bera önde kadın arkada yürürlerken kasabalı da onlara katılmışlardı. Ben de gittim peşlerinden ve bize göstermeden çocuğun cesedini yaktılar. Sonra da cenaze namazı için toplandılar. Uzaktan onları izlerken gözyaşlarım durmak bilmiyordu. Neden bilmiyorum bu anne çocuk beni çok fena üzmüştü. Böyle bir acıya katlanmak zorunda olan Bera yüzbaşına bakışım ise o andan itibaren değişmişti. Meğer onun gülücüğü içindeki cehennemi kamufle eden bir kalkandı. Tıpkı üzerindeki üniforması gibi.




💊

SALGINWhere stories live. Discover now