38. Bölüm 🦠

6.8K 841 242
                                    



Saatlerdir tek başıma karanlık odamda oturuyordum. Gece yarısını çoktan geçmişti ve ben kanlanan gözlerimle daldığım noktadan düşünmeye devam ediyordum. Hayal meyal gözümün önüne gelen anılar birer film şeridi gibi geçiyordu. Kimisi çok samimi ve içtendi. Öyleki hatırlarken bile gözlerim doluyordu.

İlk geldiğim gün araba camıma eğilerek kendini tanıtışını.

Beni hasta birinden kurtarışını.

Gizlice ağlayışını.

O bitmek bilmeyen esprilerini.

Sağ gözümden bir damla yaş süzüldüğünde gülümsedim.

"Ağlayarak güldüren ilk kişisin Bera yüzbaşı."

Daha çok gülerken daha çok gözyaşım akıyordu. Şöyle bir durumda aklıma gelen tek kişinin Bera olması oldukça tuhaf bir durumdu. Acaba o da beni düşünüyor mudur ki? Ya da çoktan unutmuş İzmir'in güzelliğine kendini kaptırmış mıdır?

"Şeker hastası olduğunu bilmediğim gün çok canı yandı mı acaba? Dizine de vurmuştum. Ona inanmamıştım da."

Çenem titrerken daha çok güldüm. İçimde hem büyük bir ağlama isteği hem de garip bir şekilde gülme isteği vardı.

"Dizlerine kapı da çarpmıştım. Metal kapı kim bilir ne kadar yakmıştır canını."

Ağlayışım gülmeye ağır bastığında "Ama çizmelerini yarım saatte bağlayabiliyordu," dedim.

Bu cümle o kadar acı gelmişti ki daha çok gözyaşı döktüm.

"En azından seninleyken burası daha çekilir bir yerdi. Sen varken hayat ne kadar da..."

Nefesim boğazıma tıkandığında gözlerimi kapattım. Her defasında bir öncekinden daha fazla gözyaşı yanaklarımdan süzüldüğünde "Özür dilerim," diye fısıldadım.

"Çok özür dilerim."

"Özür dilerim yüzbaşı."

"Senin o sıkışıp kaldığın durumu göremediğim için çok özür dilerim."

"Benim için büyük bir nimet olduğunu fark edemediğim için ayrıca özür dilerim."

Yere kapaklanıp kendimden geçercesine ağlarken kapım kırılırcasına açıldı. Karantina için on gün verilmişti ancak şimdi nasıl? Hızla başımı kaldırdım ama gelenler çizmeleri ile halılarıma basarak bana ulaştılar ve bir çığlık bile atamadan ağzımı kapattılar. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki ne olduğunu kavrayamamıştım bile. Karga tutulma etkisiz hale getirildiğimde biri bağırdı.

"Götürün."

Emri veren yeni yüzbaşıydı. Sesinin tonundaki meymenetsizlikten tanımıştım. Doğrusu onun varlığı tüylerimi diken diken edecek kadar rahatsız ediciydi.

Çırpınıyordum. Askerlerin kuvvetli kolları arasında hiçbir faydası olmasa da çırpınmaya devam ediyordum. Bir ihtimal kurtulmak için dizlerimle, ayaklarımla, kollarımla sağa sola savruluyordum ancak hepsi boşluğa gidiyordu. Beni öyle bir kavramışlardı ki hiçbir şekilde kendilerine zarar gelmiyordu.

"Evinin önüne virüslü sudan bir bidon koyun. İçeri de biraz dökün. Yarın cesetini getirdiğimizde iz kalmasın."

"Emredersiniz komutanım."

"Sessiz olun ve öğretmeni en son gören kişinin arkadaşları olduğunu söyleyin."

"Emredersiniz!"

SALGINWhere stories live. Discover now