15. Bölüm 🦠

10.3K 1K 150
                                    




Hızla geldiğim tarla yolu neden bu kadar uzamıştı ki?

Yağmur yüzünden mi?
Peki ya çamur?
Tarla yolu olduğu için olsa gerek. Yürü yürü bitmiyordu. Oysaki gelişte bu kadar vakit almamıştı.

Neredeyse on dakikada gelinen yol, yarım saat olmasına rağmen bitmemişti. Gürleyen gök, çakan şimşek nedense beni hiç korkutmuyordu. Normalde evin içinde bile olsam korku ile yerimden zıplardım. Şimdiyse yaralı bir ahunun ağıdını andırıyordu halim. Bilmem belki de ben ağlıyordum.

Yüzüme gelen yağmur suyunu elimin tersi ile sildikten sonra evin önüne gelmiş oldum. Kapıyı açıp içeri girdiğimde titriyordum. Akşamın karanlığı da evin içini boğmuştu. Dışarıdaki birkaç lambanın cılız parıltısı da kara bulutlar yüzünden bana ulaşmıyordu.

Hızla kıyafetleri çıkarıp ne bulduysam giydim. Pek bir şey de yoktu gerçi. Yanıma kıyafet almadığım için kasabalının verdiklerinden birer parça bulmuştum. Baktım soba var hiç beklemedim. Evin içinde yakacak bir şeyler aradım. Gömme dolabın hemen yanında küçük bir kapıyı fark ettiğim anda evin belki de bu kadar küçük olmayacağı geldi aklıma. Aslında tek odaydı. O küçük kapı ise depoya açılıyordu. Birkaç parça yakacağın geçen kıştan kaldığını tahmin ederek sobayı yakmaya çalıştım. Beni ısıtıp kıyafetlerimi kurutacak kadar yanmaya başladığında hemen karşısına oturdum ve dizlerimi karnıma çekerek başımı dizlerimin üstüne yasladım. İşte şimdi kendimi yapayalnız hissediyordum. Keşke aileme ulaşabilmenin bir yolu olsaydı. Buradaki dağlardan geçsem, tarlaları aşsam kaçamaz mıyım ki? Karantina filmlerinde aklıma hep o gelir. Askerler tüm çevreyi kontrol ediyor olamazlar değil mi?

Saçlarım da ıslaktı. Belki soba sayesinde kururlardı bilmiyorum ama çok da sorun değildi. Moralim o kadar bozulmuştu ki ıslak saçlarımı düşünecek durumda değildim.

Başımı yavaşça kaldırıp sobaya baktığımda yüzümün sıcakla kızarmaya başladığını hissettim. Isındıkça mayışıyordum. Gevşeyen vücudum kendini bıraktığında arkaya doğru serildim.

Derin bir nefes alıp biraz önce olanları düşünmeye başladım.

Demek ki neymiş, öyle her şeye atlamamak gerekiyormuş.

Bera'nın cazibesi beni de etkilemişti. Bunu inkar etmiyorum ama buraya hangi maksatla geldiğimi unutmamalıydım. Varlığımı ve mutluluğumu tek bir kişi ya da şey üzerine kurmamalıyım. O gidince yok oluyorum işte böyle.

"Ben bir öğretmenim!"

Kendi kendime söylediğim cümle ile kapı çalındı. Yattığım yerden kapıya doğru bakarken hiç açasım yoktu. Bu sıcaklıkta uyumak istiyordum. Ancak durmadı. Birkaç defa daha çalınca kalkmak zorunda kaldım. Güçlükle kapıyı açtığımda karşımdaydı.

O da biraz ıslanmıştı ama yağmur durduğu için benim gibi sıçana dönmemişti.

Islak saçlarımı ve bana uygun olmayan bol kıyafetlerimi görünce alttan yukarı gülümseyerek baktı. Şalvarım, çiçekli gömleğim ve çoraplarım ile ona farklı görünmüş olmalıydım.

"Ö-öğretmen hanım?"

"Yüzbaşı bey?"

Ses tonumdaki tınıyı fark eder etmez bakışlarını gözlerime çevirdi.

"Yemek yememişsiniz."

İlk haline göre daha ciddi bir hal aldığında dudaklarımı ıslatıp bakışlarımı devirdim.

"Beni izlemesi için peşime asker mi taktın?"

Sert çıkışımla afalladı. Şu an sırf yemediğim yemeyi sormak için bunca yolu gelmesi umrumda değildi. Artık bu tür jestlere kanmayacaktım. Belli ki tek takip ettiği kişi ben değildim. Benim gibi daha birçok kişiye bu yüce gönüllülüğü gösterdiği kesin.

SALGINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin