34. Bölüm 🦠

7.2K 848 82
                                    


Tüm ışıklar söndüğünde ve her yer karla kaplandığında bir melek gelip yeniden yaşam bahşeder. Bu melek insanlar arasında anne olarak adlandırılır ve o geldiğinde her şey kötüye de gitse hayatta kalmak için yeterince sebebin varmış gibi gelir.

Annemle aramda yirmi sene olduğu için hep arkadaş gibiydik. Birlikte büyüdük ve o çok acılar çekti. Annem çok küçükken yurt dışına giden dedem neredeyse hiç eve gelmezmiş. Senede bir kere gelişini hevesle bekleyen annemin düğününe bile katılma fırsatı bulamamış. Annem, teyzem ve anneannem üçü birlikte yaşamışlar. Gerçi anneannem ve dedem birbirlerini çok severek evlenmişler ancak ne yazık ki çok fazla vakit geçirememişler.

O dönem yaşadıkları yerdeki neredeyse herkes yurt dışına gidiyormuş ve dedem de bu yüzden gitmiş. Fakat şimdi anneme sorsam, keşke yanımızda kalsaydı da durumumuz o kadar da iyi olmasaydı diyor. Her akşam çocuklar babalarının eve gelmesini beklerken ben ve teyzen kimseyi beklemezdik. Akşam olmadan hemen önce kapıları kilitler eve kapanırdık. Annem bize hem anne hem de baba olmuştu.

Annem on dokuz yaşındayken evlenmiş ve yirmisinde de ben olmuşum. O yüzden annemin otuz yaşına girdiği günü de anımsıyorum, kırkını da. Ve şimdilerde yaşlandığını fark ettiğim zaman içimi bir huzursuzluk kaplıyor. Anneannem vefat ettiğinde annemi yapayalnız görmüştüm. Öncesinde dedem vefat ettiğinde öyle olmamıştı ancak anneannem gittiğinde gözlerindeki ışık da gitmişti sanki. Meğer annesine ne kadar güveniyormuş. O yüzden hep annesine bağlı olan bir çocuk olarak büyümüştüm. İçten içe annemin annesi gibi davranmak ve onun eksik sevgi ve ilgisini karşılamak istiyordum. Zamanla öyle de olduk. Annem bir keresinde bana ben senin hakkını nasıl ödeyeceğim dediğinde anlamıştım bunu. Başarmıştım. Sonunda, annem kimsesiz hissetmesin diye yaptığım tüm çabalarımın başarı ile sonuçlandığını görmüştüm.

Ve şimdi annem olsaydı şayet asla böyle yalnız hissetmezdim. Ona dayanır ve bir şekilde mutlaka bir kurtuluş yolu olduğunu bilirdim.

Fakat artık annem olsa bile niyetim bozulmuştu. Artık her şeyin düzeleceğine dair umudumu yitirmiştim.

Neden biliyor musun? Çünkü dünya bu yüzden asla tam olarak güzel olmayacak. Neden biliyor musun? Çünkü her zaman her şey olması gerektiği gibi olmaz. Neden biliyor musun? Zaman derde deva değil unutmak için gereklidir.

İyilerin kenar mahallelere terk edildiği, sevginin gölgelerde gizlendiği, ta şarktan garba kadar tüm canlıların ötelemek zorunda kaldığı bir düzen içinde yaşamaya mahkum kalacaklar. Değeri bilinmeyen her güzellik eninde sonunda bir çiçek gibi solup gidecek.

Ayaklarımın altındaki toprak nemlenmeye başladığında aslında ıslanıyor olduğunu fark ettim. Ayaklarım ıslanan topraktan kayarken yürümek zor geliyordu.

Yağmur yağıyordu ve bu daha da kötü hissettiriyordu. Zaten yağmur sadece evde huzurla dışarıyı seyredenler için güzeldir. Dışarıda gidecek bir yeri olmayan kimsesizler için işkenceden başkası değildir.

Yaz aylarının sonuna geldiğimiz bu günlerde havalar da soğuyordu yavaştan.

Titriyordum. Sadece üşüdüğüm için değildi büyün ihtimalle. Çünkü o kadar hızlı yürüyordum ki içimdeki alev dışarıya taşıyordu ve yağan yağmur bir koru söndürürcesine üstüme dökülüyordu.

Bu, üst üste gelecek en ağır anlardan biriydi. İnsanın en temelde güvendiği yerden hançerlenmesi son noktası oluyordu. Dışarıdakiler bize sırt çevirdiğinde bir şey diyemedim, masumlar öldüğünde bir şey diyemedim, ancak şimdi... En başından beri şüphelerim olsa da daima ertelediğim gerçeğin yüzüme tokat gibi çarpmasıydı. İnsan neyden korkarsa tam da oradan vuruluyordu.

SALGINWhere stories live. Discover now