2. Bölüm 🦠

27.8K 1.7K 865
                                    



~Salgın KTM3~
🟩🟩🟩🟩🟩

Camdaki son iz de silinince cam silicileri kendiliğinden durdu. Yaklaşık yarım saat önce yaşadığım kuş olayı biraz moralimi bozsa da ilk okulumun heyecanı yeniden sarmıştı bedenimi. Bu talihsiz olayı şimdilik unutmaya ve daha sonra yeniden birilerine anlatmaya karar vermiştim. Hem öğretmen yaşadığı tüm kötü olaya rağmen öğrencilerine enerjisi ile çiçek açan kişidir. Derin bir nefes aldım ve yeniden gülümsemeye başladım.

Öğretmenliğimin ilk yılı, ilk haftası, hatta ve hatta yarın ilk günüydü. Bu kasabada eğitimime başlamak hayatımın en çok iple çektiğim anlarından biriydi. Minik öğrencilerimle buluşacak, onlara sarılacak ve okula alıştırmaya başlayacaktım. Her şekilde heyecandan ve sevinçten içim içime sığmıyordu.

Kasabaya yaklaştıkça bir insan topluluğu gördüm. Beni karşılamak için çıkmış olamazlardı değil mi? Olamaz çünkü benim geleceğimi bile bilmiyorlardı. Zaten biraz daha yaklaşıp dikkatle baktığımda bu topluluğun asker topluluğu olduğunu anladım. Belki de bir çalışma vardı ya da suçlu birini mi arıyorlar?

Ellerindeki direklerle bir şeyler yaptıklarını anladığımda daha çöm dikkat kesildim. İçlerinden üçü beni gördükten sonra kollarını kaldırıp sallamaya başladılar. Ne yapmaya çalıştıklarını anlamamıştım. Gözlerimi kısarak daha net görmeye çalıştım sanırım beni durdurmaya niyetliydiler. Oldukları yerde zıplayıp elleri ile dur işareti yaparlarken itiraz etmedim ve onlara yaklaşınca hızımı azaltarak tam önlerinde durdum.

İçlerinden henüz genç olanı koşarak bana gelirken gülümsüyordu. Camı indirdim ve bana gülümseyerek bakmasını seyrettim.

"Abla bu kasabaya giriş yasaklandı. Şu anda bu yazıyı asıyoruz."

Yazıya baktım. Kasabaya girişin yasaklandığına dair birkaç cümlelik bir şeydi. Nedenini anlamadığım için kaşlarımı kaldırarak sorguladım. Neden? Atandığım okula giriş bir anda neden yasaklanmıştı ki?

"Nasıl yasaklandı? Bakın ben öğretmen Hilal Samyeli." Kimliğimi övünerek verdiğim o dakikalarda öğretmen kartımı göstermeyi ihmal etmedim. Genç asker hâlâ gülümseye devam ederken, yakasından tutularak geri çekildi. Her kimse onun yerini alacağa benziyordu. Şaşkınlıkla önceki askerin gidip yerine gelen kişiye bakarken diğerine göre daha olgun biri geldi.

Güneş gözlüklerinin yüzünün bir bölümü kapattığı kişi, askeri üniformasının bileklerini dirseklerine kadar kıvırmış ve saçlarını da havaya dikmişti. Arabanın camına eğilirken dirsekleri ile dayanmayı ihmal etmedi. Şaşkınlıkla ona bakarken gözlüklerini havalı diyebileceğim bir hareketle çıkartı ve bir süre bana gülümseyerek baktı. Bu sıcakta ben olsam ben de güneş gözlüğü takardım ancak itiraf etmeliyim ki gözlüğün bu derece yakıştığı nadir kişilerdendi.

"Sayın öğretmen hanım bu kasabaya artık giremezsiniz."

Başımla onayladım ve ona hak verircesine gülümsedim.

"Evet, biraz önceki arkadaş da aynısını demişti zaten ama pek bir açıklama yapmadınız. Sonuçta yarın eğitimim başlıyor ve ben buraya atanmış resmi bir görevliyim. En azından bir belge falan yok mu?"

Gülümsemesi genişlerken temiz yüzündeki parlaklık da arttı. Yüzü tertemiz ve bakışları ışıldı ışıldı. Tatlı görünse de daha kıdemli olduğu apaçık belliydi.

"Evet, afedersiniz. Hemen kendimi tanıtayım o zaman. Ben Bera yüzbaşı, yirmi yedi yaşındayım ve..."

"Sizi kastetmemiştim Bera Bey, kasabayı kastettim," dedim gülümserken. "Yani kasabaya neden giremediğim konusunda bir bilgiye sahip değilim. Şimdi asker çevirdi diye geri dönsem bir kamu görevlisi olarak ceza almaz mıyım?"

Gülümseyen yüzü bir anda düşerken "Ah, evet. Şey, kasaba karantina alındı öğretmen hanım, o yüzden giremezsiniz," dedi.

"Ne karantinası? Bu nasıl olur? Ben yeni atandım. Atandığım okul bu kasabada ve şimdi siz giremeyeceğimi mi söylüyorsunuz? Bana böyle bir bildiri gelmedi. Eğer öyle olsa haber vermezler miydi?"

Tüm bunları dinledikten sonra tatlıca başıyla onayladı. Sempatik olduğunu sanıyorsa, kesinlikle doğru sanıyordu ama bu yeterli değildi. Milli eğitim bakanlığından böyle bir emir gelmediği sürece okula gitmek zorundaydım.

"Siz de haklısınız ancak karar henüz şimdi alındı ve bakanlığın size yazı yazacak vakti olmamıştır muhtemelen. Ve bu belki daha uzun da sürebilir. Ama ben yine de evinize dönüp orada kararı beklemenizi tavsiye ederim."

Askerler canımız kanımızdı ancak bu da yeterli değildi. Şimdi geri dönsem bile uzun süreceğini söylüyordu. Bu vakitte atandığım yere gitmezsem üstelik resmi bir karar olmadan kesinlikle ama kesinlikle sorun olurdu.

"Ellerinizi çekmelisiniz sanırım," dedim kibarca.

"Neden?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Sanırım onlara daha sonra da ihtiyacınız olacak."

Camı kapatmaya başladığımda hızla ellerini çekti. Bir şeyler daha diyordu ama onu dinlemiyordum. Gaza bastım ve atandığım bu kasabanın yolunu tuttum. Ben de emirlere karşı gelen biri değildim ancak şu durumda başka çarem yoktu. Geri dönmem için ancak bana okul değişikliği ya da eğitimin ertelenmesi gibi bir belge imzalatılması gerekirdi. Bunları hiçbiri yokken karantinaya da alınsa eğitime devam etmek zorundaydım.

Dikiz aynasından askerlerin arkamdan bir şeyler söylemeleri ve koşmaya yeltenmelerini izlerken çoktan kasabaya giriş yapmıştım bile. Aracım virajı dönerken yüksek bir tepeye sahip olan kasabanın içindeydim artık.

Tepenin zirvesinde büyükçe bir Türk bayrağı ve irili ufaklı mağaralar vardı. Klasik köy evleri, kerpiçten yapılma ören olan yapılar, tezek birikintileri, samanlarla dolu alanlar, çeşit çeşit sebzenin bulunduğu bahçelerle burası çok tatlı bir yerdi. Hasattan sonra altın renkli tarlalarla kaplanmış geniş araziler, yazdan kalma meyve ağaçlarından sarkan salıncaklar ve tertemiz havası vardı. Burası evime de yakın sayılırdı ancak bambaşka bir dünyaydı sanki. Eğitim için ilk burada görevli olmak beni heyecanlandırıyordu. Benim gibi birkaç öğretmen arkadaşım da olacaktı ve birlikte bu köy evlerini ziyaret edip okul için öğrenci avına başlayacaktım. Böylesi idealist düşünceler içindeyken nasıl olur da karantina altına alınıyor diye giremem?

"Gerçekten ne karantinası? Haberim olmadan kıtlık falan mı baş gösterdi de millet birbirini yiyor? Ya da grip gibi bir hastalık mı var ki? Öyle bile olsa asker gönderene kadar yetkililerin haberi olurdu. Hem öğretmen grubunda da kimse bahsetmemiş ki."

Aracımı kasabanın işlek sayılan yerine gelince park ettim. Geneli evlerden oluşan bu yerleşim yerinin ufak bir sokağında sağlı sollu market, hırdavat ve manav gibi şeyler vardı. Araçtan inip temiz havasını içime çekerken fazladan bir yanık kokusu da doldu burnuma. Sanırım anız yakılıyordu.

"Bu Konya'nın en büyük sorunu. Anız yakmak hem çok zararlı hem de tehlikeli. Onca minik hayvan ve yararlı şeyler bu yangınla ölüyor. Ah şu çiftçiler."

Burnumu tutup yürümeye başladığımda tuhaf bir şekilde etrafın çok da sessiz olduğunu fark ettim. Neredeyse hiç insan görünmüyordu. Nüfusu az gibi de görünmüyordu ancak neden kimseler yoktu ki? Benim köyümde bu vakitlerde insanlar etrafta gezinir ya da evlerinin bahçelerinde vakit geçirirdi. Burası sanki terk edilmiş harabe şehirleri andırıyordu.

Dikkatli adımlarla yürümeye başladığımda önce marketlerin olduğu yeri gezdim. Her yer kapalıydı. Sonra daha çok evlerin olduğu sokaklara girdim ama ya kapıları kapalı ya da açık olsa da kimseler yoktu.

"Bakar mısınız? Kimse yok mu?"

Kasabada ilk günümde etrafımda terk edilmiş evler, girmemem için ısrar eden askerler ve yanık kokusu ile bir başıma kalmıştım.



💊

SALGINWhere stories live. Discover now