27. Bölüm 🦠

7.9K 847 166
                                    


Vakit hızla geçmiş, yaşanılanlar bizi de alıp götürmüştü. Yenilenmiştim ve yaşama tutunmak için bambaşka nedenlere sahip olmuştum. Ne yaparsam yapayım geçmeyen yalnızlık hissi geçmişti. Burada, bu kasabada benimle birlikte yüzlerce farklı hikâye yazılmıştı. Herkesin kendine özel acıları, kaldırabileceği yükleri, bir ben miyim diye tonlarca soruları ve cevapsız çağrıları vardı. Şimdi kendimi daha güçlü hissediyordum. Benim hikâyem de bana aitti ve benden başkası yazamazdı. Ben bir yolunu bulamazsam, kimse bulamazdı.

Hepimiz hikâyenin etkisi altında tepeden inerken güneş yeni doğuyordu. Şafak vaktinin ürpertici hissiyatı bu aylarda pek olmasa da herkes dalgın yürüyüşü ile pek de kendinde olmadığını belli ediyordu. Tüm kainat bir kez daha uyanmıştı. Yeni bir sayfa açılmıştı hayatlarında hikâyelerinin yeni bir bölümünü yaşayacaklardı. Geçmişte bıraktıklarımız, bizimle yürüyenler ve bir de ulaşmak için çabaladığımız gelecekle birlikte insan bazı zamanlar bir zavallı gibi bazı zamanlar da tüm dünyayı ele geçirecek kadar kudretli birine dönüşüyordu.

Elinden tuttuğum Enes'in dikkatli bir şekilde inmesini sağlamaya çalışırken "Komutanım!" diye bir ses duyuldu.

Hepimiz uzaktan gelen bu sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken tepenin altından koşarak bize doğru gelen birkaç asker ve onbaşıyı gördüm. Çok telaşlılardı ve ayaklarına takılan kayalara rağmen bütün güçleri ile tırmanmaya çalışıyorlardı. Onları öyle görünce duraksadım.

"Komutanım! Komutanım!"

Onları bizi görememişlerdi belli ki bağırmaya devam ediyorlardı. Bera önce kaşlarını çattı sonra da işaret ve baş parmağını kullanarak keskin bir ıslık çaldı. Onbaşı nihayet Bera'yı gördüğünde daha hızlı koşmaya başladı. Telaşlı hali hepimizi kendimize getirirken o nefes nefese önümüzde durdu.

"Ko-komutanım!"

Derin nefes almaya devam ederken arkadan gelen askerlerin gözlerinde büyük korku vardı. Neler oluyordu? Yeni bir vaka mıydı yoksa bambaşka bir şey miydi? Bu kadar hüzün ve telaşın amacı neydi?

"Ne oldu Yekta? Ne bu telaş?"

"Komutanım!"

Nefesi boğazına düğümlenirken onbaşı eğilerek nefes almaya devam ediyordu. Arkadan gelen askerlerden biri bağırarak "Çok fazlalar!" diye bağırdı. "Komutanım çok fazla oldular!"

Bera ciddiyetin farkına vararak kaşlarını çattı ve peşlerinden gelmesine izin verdiği askerlerle tepeden inmeye başladı. Biz de onunla birlikte hızla yürürken askerler devam ediyordu.

"Ne olduysa sabaha karşı oldu komutanım. Her yer karanlıktı. Tüm güvelik önlemlerini almamıza rağmen, büyük bir felaketle karşı karşıya kaldık. Elimizden geleni yaptık ancak neredeyse her yerden çıkıp geldiler. Ne yapacağımızı şaşırdık."

Askerler nefes nefese anlatmaya devam ederken tepe bitmiş toprak yola çıkmıştık. Koşmaya devam ederken kalbim deli gibi atıyordu. O kadar korkuyordum ki daha fazla hüzün ve gözyaşı ile harmanlanmak, sevdiklerini kaybedecek kasabalı ve beraberinde yine aynı karanlık günler. Biraz düzelmiştik. Ne oldu da birden yine böyle oldu? Bera sıkı güvenlik tedbirleri almıştı. Özellikle içme sularını temizletmiş ve tüm çeşmeleri yıkmıştı ancak yine nasıl bulamıştı böyle?

"On üç kişi vuruldu Efendim. Vurulamayanlar yakalanıp bayıltıldı. Durumları çok kötü. Kasabalı telaşla sağa sola kaçışınca onlardan birkaçına saldırdılar. Ortalık cehenneme döndü."

Bera aniden durup onbaşıya baktı.

"Yekta neden bahsediyorsunuz! Neden müdahale etmediniz? Siz ne hal yiyordunuz lan!"

SALGINWhere stories live. Discover now