6. Bölüm 🦠

16.8K 1.5K 218
                                    




~Salgın KTM3~
🟩🟩🟩🟩🟩

Cenaze namazından sonra mezarlıkta bitti yürüyüş. Kalabalık geride ağlayan bir anne kaldığı için daha hassas davranıyordu. Bir yandan onu sakinleştiriyorlar bir yandan da mezarını düzenliyorlardı. Böyle bir anda herkesin birbirine yardım etmesi o kadar güzeldi ki. Ben de elimden geleni yapıyor ve bana sorulan sorulara yanıt veriyordum. İnsanlar zaten kendileri ile ilgilenmekten, kendi acılarını yaşamaktan çevresinde olup biteni göremiyorlardı bile. Kasabaya geldiğim bilinse bile muhtemelen sadece halime üzülüyorlardı. Onun dışında hepsi kendi evladının ya da yitip giden sevdiğinin acısına düşmüştü.

Tüm bunlar bittiğinde geride bir anne kaldı ve herkes dağıldı. Zavallı çocuğun annesi bir an olsun ayrılmadı mezardan. Toprağına sarılarak ağladı bu sefer de. Bu kadar acı yükselirken karantinaya alınmak da tuhaf geliyordu bana. Evet etraf zombiye dönen insanlarla dolu olsa bile böyle kaderlerine terk edilmeleri çok tuhaf geliyordu.

Etrafta kimsecikler kalmadığında o vakit yüzbaşının ağır adımlarla uzaklaştığını gördüm. İstemeden bir çocuğun ölümüne sebep olmuştu. Bile isteye yapmadı elbette ancak bunun onun için önemli olduğunu sanmıyorum. Her ne şekilde olursa olsun ölümüne sebep olduğu için kendisini suçlu hissediyor olmalıydı. Yoksa böyle yavaş ve düşünceli yürüyor olmasının başka açıklaması olamazdı. Kasabalı ve anne ona minnet duysa da bir masumu öldürdükten sonra kendine karşı nefret duyuyordu. Gerçi o yapmasa mutlaka biri yapmak zorundaydı ve ben asla yapamazdım. O insanlar gelip beni parçalasa bile öldüremem. Bunu düşündükçe yüzbaşının ne kadar zor bir iş yaptığını daha iyi anlıyordum.

Mezarlığın çıkışından hızla yürüyüp ona ulaşmaya çalıştım. Hem fazladan bilgi almak hem de ne durumda olduğunu kendi gözlerimle görmek için. Belki bir çift laf edersek daha iyi hissederdi. Yaptığı işin ne kadar önemli olduğunu ve onun bir suçunun olmadığını anlatmak istiyordum.

Bir hayli uzak olduğumuz için ona ulaşmak uzun sürse de gözümü bir an ayırmadan koşarak peşinden gittim.

Yanına geldiğimde durup bana baktı. Beklemiyordu muhtemelen. Biraz bekledi. Sonra hafifçe tebessüm etti. Ben de gülümsedim. Belki ilk defa ona karşılık olarak gülümsedim.Gülümsüyordu ama pek mutlu olduğu da söylenemezdi. Gözlerinde kalan hafif yaşla puslu bakışlar gönderirken, elindeki silahı apar topar saklamaya çalıştı. Bu seferki gülüşü içimi yakmıştı. Öncekiler gibi daha canlı olmasını dilerdim. Belki o zaman biraz daha umut bulabilirdim her şey için. Böylesine kararmazdı kalbim.

"Şey internet kesildi sanırım. Bunun için bir çözümünüz olabilir mi?"

Olayı gözlerimle görmeme rağmen, normal bir diyalog içerisine girmeye çalıştım. Belki üstünü açsam, neden böyle bir şey yaptığını sorsam ya da ne bileyim o an bambaşka bir konu açma gereği hissettim. Buna ihtiyacı olduğunu düşündüm işte. Durdu ve gözlerini kısarak bana baktı.

"Gelir gelmez araştırma işlemlerine mi başladınız öğretmen hanım? Aman Allah'ım gözlerimi yaşartıyorsunuz cidden."

Gözlerini elinin tersi ile silerken "Gözlerin benden önce yaşlanmıştı zaten," diye mırıldandım. Çocuğu kastediyordum. Onu vururken gözlerinin dolduğunu net bir şekilde görebilmiştim. Şu anda hüznünü gizlemiyordu da ne yapıyordu?
Mırıltıyı duysa da konuyu devam ettirmedi ve gülümseye devam ederken arka cebinden bir telsiz çıkardı.

"O halde bu sizde kalsın, interneti çözmeye çalışacağım olur mu? Ayrıca başka istekleriniz olursa hazır bekliyor olacağım."

Tüm bu kaosa rağmen onun huzur bulabileceğim bir nehir olduğunu inkar edemeyeceğim. O an öyle yoğun bir şekilde hissettim ki bunu. Doğrusu internet umrumda bile değildi. Tek isteğim onun kafasının dağılmasaydı. Uzattığı askeri telsize bakarken uzun ince parmaklarında çokça kesik ve önceden kalma yara izlerinin olduğunu gördüm. Bakışlarım bileklerine oradan da gömleği dirseklerine kadar kıvrıldığı için daha net görebildiğim koluna gitti. Teni çok uzun zaman önce olan ve oldukça da derin görünen izlerle doluydu. Bakışlarım gülümseyen dudakları ve nemli gözlerinde son bulduğunda iç çektim.

Benim bakışlarımdaki manayı anlamamış olacak ki "Telsizi kullanmak zor geldiyse bak hemen anlatayım," dedi ve anlatmaya da başladı. Biraz önce, az biraz önce bir çocuğu öldürdüğü için gözyaşlarına boğulan kişinin şimdi gülümsüyor olması ve aynı anda tüm bu yara izlerine rağmen hâlâ askerliğe devam ediyor olması tüylerimi diken diken etmişti. Benim sırf eğitim için bu karantina bölgesine girmemi övgüyle karşılayan kişiye şimdi ben de övgüyle bakıyordum. Oysaki o hâlâ bana telsizi anlatmakla meşguldü.

"Bak şimdi, şu tuşa basınca..."

Bera yüzbaşı hayranlığımla birlikte sevgimi de kazanıyordu. Eskiden askerlerin duygusuz olduğunu düşünürdüm. Onca ağır iş ve ölümden sonra hislerini kaybettiklerini sanardım ancak Bera bana bunun tam tersi olduğunu gösterdi. Onlar da üzülüyor, onlar da acı çekiyor ve onlar da yıpranıyordu. Sadece, öyle değilmiş gibi görünüyorlardı.

Bera'nın dediklerinin tek bir kelimesini bile dinlememiştim. Zihnimde dönüp duran düşüncelerle sadece onu seyretmiştim. Telsizdeki tüm tuşları bilerek fazladan anlatıyordu sanki. Ne olduysa sanki benimle daha fazla vakit geçirmek için elinden geleni yapıyor gibiydi.

Çok daha genç bir askerin gelmesi ile anlatmasını yarıda kesti.

"Komutanım yeni bir vaka var ve sizi çağırıyorlar."

Yeni bir vaka mı? Bu sefer onunla birlikte ben de hüzne boğuldum. Hızla gözlerine baktığımda parıltısının nasıl parıltısının nasıl söndüğünü net bir şekilde görebilmiştim. O an için onu kurtarmak istedim. Fakat o benim gibi yapmadı. Gülümseyen yüzü ilk defa gördüğüm ve ona oldukça yakışan ciddiyete büründüğünde başı ile tasdikledi. Benim gibi değildi duyguları vardı ve onları nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu. Asker ona selam verdiğinde o da karşılık verdi. Sonra da bana dönerek telsizi elime tutuşturdu.

"Öğretmen hanım ben gelene kadar arabanızda bekleyin lütfen. Sizin için uygun bir ev bulmadan dışarıda gezinmeniz çok tehlikeli ve anladığım kadarıyla telsizle ilgili anlattıklarımı da hiç dinlemediniz. O yüzden acil bir şey olursa sadece şu kırmızı tuşa basmanız yeterli olacaktır."

Gösterdiği kırmızı tuşa bakarken yeniden ona baktığımda sanki dikkat et dercesine bakıyordu bana. Onu dinlemediğimi anlamasına şaşırırsam da o aynı ciddiyetle silahını çıkarıp askerin gösterdiği yere doğru koşmaya başladı. O koşarken sıcak Konya rüzgarı siyah saçlarımı sağa sola savurdu ve tüylerimi diken diken eden bir hissiyat ile beni baş başa bıraktı. Neden bilmiyorum yanımdan gitmesi hüzünlendirmişti. Bu korku ve cehennem bölgesinde onun varlığı can simidi gibi bir şeydi.

Kasaba sıradan bir yerdi. İnsanlar sıradan insanlardı. Yaşanılan ise bir felaketti. Bunca şeye katlanmak kimseye kolay gelmiyordu elbette.

Elimdeki telsize bakıp sıktım. Ruhum daralıyordu ve ağlamak istiyordum ancak insanların bu kadar çok derdi varken mızmızlanmak bana utanç verirdi. Ben de Bera'yı örnek alıp dil durmalıydım.

Sonra gökyüzünden geçen beyaz bulutlar hızını artırdı. Rüzgâr kayısı ağaçlarının yapraklarını sağa sola savurdu ve yerden kalkan toz hortumları içine kattığı toprak parçacıkları ile etrafta uçuştu. Bizler acı içinde kıvranırken kasabanın bilmem hangi ucunda bir masum daha hayatını kaybetti.

💊

SALGINWhere stories live. Discover now