46. Bölüm 🦠

6.8K 806 444
                                    


Uyuyan güzel masalında herkes uyuduğunda şatonun etrafı dikenli sarmaşıklar tarafından sarılmıştı. Yanan ateş, akan su, ilerleyen saatin bile durduğu bir andı. Büyüye maruz kalan zavallı prenses ancak ve ancak gerçek sevginin varlığı ile yeniden hayata dönebilirdi.

Böylesi bir mücadele şimdi olsa yine de ona yardım eden çıkar mı diye düşünmeden edemiyorum. Uyuyan güzeli seven prens gerçekten sevmiş olmalı ki tüm bu felakete rağmen yine de şatoya girmeyi başarmıştı. Başka kız mı yoktu? Güzel ülkenin en güzeli miydi? Yoksa sadece onsuz yaşayamayacağını mı düşünmüştü?

İzmir'e gidip dikenli sarmaşıklara sarılmış bu kasabaya geri dönen Bera da aynı hissettiriyordu bana. Çok uzaklardan bile beni kurtarması, beni koruması ve beni düşünmesi. Belki bir masal içinde değildik ve ben bir prenses değildim ancak Bera kesinlikle benim prensimdi.

Ödül töreni bitince insanlar dağıldığında ben de boynumdaki madalya ile okula geri döndüm. Hafta sonu olsa da okul kapanacağı için en azından geldikleri dönem boyunca belli bir karşılığı olan bir karne vermeliydim. Yaşlarına göre ayarladığı karneleri de verdikten sonra yarı dönem süren eğitimleri tamamlanmış olacaktı. Fakat hepimiz çok iyi biliyorduk hiçbirimiz bu kısacık eğitim hayatını unutamayacaktık. Üzerinden ne kadar geçerse geçsin hep aklımızda yerini koruyacak bir süre olacaktı.

Her bir öğrencim için ayrı ayrı karne hazırlarken öğrencilerimden Ali de bana yardım ediyordu.

Ali kasabada ilk yetim ve öksüz kalan çocuk olmuş. Annesi hayvancılıkla uğraştığı için sabah erkenden ineklerini götürmek için kalkmış ve virüslü içme suyundan içtiği için entegre olmuştu. Salgının ilk günlerinde olan bu olay büyük bir drama ev sahipliği yapıyordu. Bera'dan da hikâyesini işitmiştim ancak kendisi ile bu konuyu hiç konuşma şansımız olmamıştı.

Enfekte annesi babasını da yaraladığında ikisi birlikte öldürülmek zorunda kalmışlar. Geriye kalan Ali içinse zorlu bir hayat başlamış. Akrabalarından hiçkimse sahiplenmemiş onu. Tek çocuk olduğu için de bir başına kalmış. Burada olduğum sürece diğer öksüz ve yetimlerle birlikte Ali'ye de yardım etmek için çabaladım ancak bir öğretmen nasıl anne ve babanın yerini tutabilir ki?

Gerçi kasabaya gelir gelmez Ali ile yakınlaşmak istemiştim ama o her zaman mesafe koyan ve ne istediği anlaşılmayan bir çocuk olmuştu. Yine de nispeten yaşı daha büyük içine kapanık, sessiz, bir başına ve genelde izleyen taraftı. Okulun biteceğini öğrenmek en çok onu üzmüştü. Gideceğimi öğrenmişti ve pek konuşmasak da beni çok severdi. Ne zaman yardıma ihtiyaç duysam hemen yanımda biterdi. Bu son gün olduğu için de bana yardım etmek istemişti ve ben de ona kıyamayıp kabul etmiştim.

"Öğretmenim bu karneler kaç yaş için olsun?"

Boyutu diğer karnelere göre daha büyük olan karnelere baktım. Yaşları büyüdükçe karneler küçülüyordu.

"İkinci sınıflar için ayır onları Ali. Onlarınki biraz daha şekilli olsun. Çiçekler var değil mi üstlerinde? Yanlarına bak bi."

Elimde resmî bir karne olmadığı için kendi imkanlarımla hazırlamaya çalışıyordum. Bu yüzden de çocukların seveceği tarzda eklemeler yapıyordum.

"Kenarında çiçekler var öğretmenim."

"Tamam onlar ikinci sınıflar için. Öndeki sıraya koyar mısın?"

"Peki dördüncü sınıflar için hazırladıklarımızı nereye koyayım?"

"Dolabın alt çekmecesine yerleştirir misin? Birbirlerine karışmasınlar şimdi."

Birlikte karneleri hazırlamaya devam ederken dışarıda bir gürültü oldu. Ne olduğunu anlamak için cama yaklaştığımızda askerlerin okula doğru koştuğunu gördük. Yine bir olay mı oluyordu? Yine buraya mı yönlendirmişlerdi? Hayır olamaz çünkü Bera var, o izin vermez buna.

SALGINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin