3. Bölüm 🦠

21.5K 1.6K 537
                                    



~Salgın KTM3~
🟩🟩🟩🟩🟩

Sokaklarda tek başıma gezinirken daha önce internetteki haritadan gördüğüm kadarıyla okulum için birkaç metre daha yürümem gerektiğini fark ettim. Ki zaten birkaç evin arasından da görünmeye başlamıştı. Öyle çok büyük bir yer değildi. Zaten köy okulu ama şimdiden sıcacık gelmişti.

Ay yıldızlı bayrağımız güzel bir şekilde dalgalanırken gururla baktım iki katlı okuluma. İşte burasıydı yeni evim.

Okulun bahçesinden içeri girip adımlamaya başladım. Hemen köşede devasa bir salkım söğüt vardı. Hâlâ daha taptaze duruyordu yaprakları. Ağaca yaklaşıp yıllanmış gövdesinde gezdirdim parmaklarımı. Yarım asırdan fazlaca buradaydı muhtemelen. Salkım söğüt em sevdiğim ağaçlardandı. Hem yaşlı duruyor hem de minik bir serçe gibi taze yapraklarla donatıyordu kendini.

Ağaçtan ayrılıp bahçede gezinmeye devam ettim. Okulun duvarı taşlardan örülmüş diğer evlerin duvarları gibiydi. Pek bakım yapılmadığı için yer yer çatlakları vardı binanın. Yürüyüşüm devam ederken tüm binanın etrafından dönüp yeniden giriş bölümüne gelmiştim. Birkaç basamaklı merdiveninden çıkıp kapısına geldiğimde kilitli olduğunu gördüm. Duvarına geçen seneye ait etkinlikler yapıştırılmıştı. Birkaçını gülümseyerek okudum ve yeniden merdivenlerden inip bahçeye geçtim. Çok değil yarın burası cıvıl cıvıl olacaktı. Minik minik öğrenciler bu bahçede oyun oynayacak ve salkım söğütte kendilerine ev kuracaklardı. İçim içine sığmadığı o anlarda bir çocuk gibi mutlulukla bahçeden çıkıp yeniden sokaklarda yürümeye başladım.

Derin bir nefes alıp kasabanın güzel havasını içime teneffüs ettiğim o anlarda büyük bir çığlık koptu. Her yer sessiz olduğu için çığlık nereden geldiyse çok net duyulmuştu. Hızla arkamı döndüğümde birkaç kişinin bana doğru koştuklarını gördüm. Biraz önce bomboş olan sokaklarda nasıl da bunca kişi koşmaya başlamıştı.

Asıl korkulacak kişi onlar değil önde giden genç kızdı. Kahkaha atıyordu ama kendinde olduğunu pek sanmıyordum. Yırtılan tişörtünden görünen etleri kırmızı kan ile boyanmışken o bileklerindeki etleri koparmaya devam ediyordu. Dişlediği her yerin etini koparırken bundan büyük bir zevk alıyordu. İlk defa bir insanın bu kadar korkunç kahkaha atabileceğine tanık oldum. Olduğum yerde mıhlanmıştım sanki. Elim ayağım buz kesmiş dizlerim beni kaldıracak güçte değildi.

Korku ile ne yapacağımı düşünürken arkasından gelenler "Kaç!" diye bağırmaya başladılar.

"Kaç kızım kaç!"

"Uzaklaş hemen oradan!"

"Sana doğru geliyor kaçsana!"

Bağırıyorlar, kollarını sallıyorlar, beni uyarmak için ellerinden geleni yapıyorlardı ancak şoka girmiş gibi tek bir hareket bile edemiyorum. Küçükken bir köpek sürüsünün saldırısına uğramıştım ve bir hafta hastanede yatmıştım. O zamandan beri ne zaman biri bana doğru koşsa ya da tehlikede olsa olduğum yerde kalırım. Beynimin içi patlar ve kaçmak için bana baskı uygular ama bedenim asla söz dinlemez. O gün de öyle oldu. Kız bana doğru gelirken benim parmağım bile kıpırdamıyordu.

"Kaçsana kızım! Koş hadi kaç!"

Herkes bana sesini duyurmaya çalışıp, benim olduğum yerden kaçmam gerektiğini söyleseler de asla hareket etmiyordum, edemiyordum.

Aklımda hep çocukken çınlayan sesler yankılanıyordu.

"Hilal koş köpekler sana geliyor! Koşsana kızım!"

O gün de öylece durmuş ve köpekler bana saldırmasına rağmen hareket edememiştim.

Genç kız kahkaha atıp etlerini koparmaya devam ederek bana iyice yaklaşıyordu. Birkaç adım sonra muhtemelen bana da saldıracaklardı ve peşinden gelenler ellerinde sopalarla onu kovalıyorlardı. Bu kıza ne olmuştu böyle. Sonra bir anda gözümün önüne arabama çarpan kuş geldi. Kesik kesik sahneler, tıpkı kuş gibi eğilip bükülen genç kız, ağzından süzülen kan ve kulak tırmalayıcı kahkaları... evet, bu her neyse aynısı o kuşa da olmuştu.

Gözlerimi korku ile kapatıp kız tam bana saldıracakken sonra birden ne olduğunu anlamadan kolumdan çekilerek koşmaya başladım. Ben kendi isteğimle değil de birinin çekiştirmesi ile koşuyordum. Hareket etmeyen ayaklarım öyle bir hızla koşuyordu ki biraz önceki halimden eser kalmamıştı.

Kolumu tutan kuvvetli el beni çekerken kendi de en az benim kadar hızlı koşuyordu. Bakışlarım o genç kızda takılı kalmıştı ama ayaklarım koşmaya devam ediyordu.

Koştum. Arkamdaki genç kızın değerli okuluma girişini izlerken koştum. Biraz önce benim gezdiğim yerlerdeydi. Az biraz daha geç kalsam belki de beni okulun bahçesinde yakalayacaktı.
Koştum. Topluluğun genç kızı köşeye sıkıştırıp tek kurşunla etkisiz hale getirişini izlerken koştum. Hepsi gözümün önünde oluyordu. Şahit olduğum bu manzara filmler de bile izlemediğim türdendi. Elimde değildi ki arkama bakmadan edemiyordum. O kızın akıbetini görmeden edemiyordum.
Koştum. Üzerine benzin dökülürken ve tek kibrit çöpüyle ateşe verilirken koştum. İnsan yakmak mı? Bu dehşeti izleyemeyecektim. Yüzümü hemen önüme döndüğümde koşmaya devam ediyordum. Demek kasabaya ilk geldiğimde gelen koku sadece anız külü değildi. Zaten çok tuhaf başka bir koku vardı. İnsan. İnsan yakmışlardı.

Bu gözler o gün görmemesi gereken şeyleri gördüğünü düşünürken, asıl manzaranın daha görülmediğini hiç düşünememiştim. Kalbim dehşetle kaplanmıştı. Hata mı etmiştim acaba? Bakanlık beni unutmuş olabilirler miydi? Karantinaya alınan bir kasabaya girmekle gerçekten hata mı etmiştim? Belki de ilçe merkezinde beklemeliydim bir süre.

Aklım az biraz daha yerine gelirken kolumu tutan ele baktım. Elin sahibine uzanan bakışlarım yine onun temiz yüzü ile son buldu. Üniformasının göğüs kısmında Bera Kutlu yazıyordu. Kamuflaj desenli formasındaki yeşil kahve tonlarını incelerken sanki tüm dünyamın artık bu renklerden ibaret olduğu konusunda bir his düşmüştü yüreğime. Güneş gözlüğü yoktu bu sefer ve çatılan kaşları ile gerilen çenesini net bir şekilde görebiliyordum. İlk gördüğüm şekliyle mutlulukla kıvrılmıyordu dudakları. En az benim kadar ve asker olmasına rağmen en yoğun hisleriyle dehşet içindeydi.

İkimiz uzun bir süre koşmaya devam ettik. Bera yüzbaşı beni daha güvenli olan bir yere getirdiğinde etrafta olmayan insanları gördüm. Meğer hepsi bir yere toplanmıştı. Bu kızı yakalamak için hepsi saklanmış olmalıydı. Nefes nefese kaldığım anda yere çömeldim ve yüzbaşı da elimi bıraktı. O ters yöne giderken etrafım kasabalı tarafından çevrilmişti.

"İyi misiniz öğretmen hanım?"

"Size bir şey yapmadı ya?"

"Zavallı kızcağız onu da yakmak zorunda kaldılar."

Okulun bahçesinden yükselen siyah dumana doğru koşan yüzbaşıya bakarken delice atan kalbime hakim olmaya çalışıyordum. Beni ölümden kurtarmış kendi yeniden ölüme doğru koşuyordu.

Hemen bir bardak su getirdiler, omuzlarıma bir örtü örttüler ve benimle konuşmaya devam ettiler. Gerçekten iyi olduğumdan emin olduklarında kendi dertlerine yönelmişlerdi bir kere daha.

Ne olduğunu anlamıyordum ama pişman olmuştum. Askerlerin sözünü dinlemeliydim. En azından kasabaya girmeden öğretmen arkadaşlarımdan birini arasaydım keşke. Etrafta öğretmen de görünmüyordu ki. Belki de buraya gelen tek kişi bendim.

Karamsarlık içinde ne yapacağımı düşünürken bir yaşlı kadın gelip elimden tuttu. Kırışıklarla dolu yüzü gülümsemesine engel değildi.

"Korkma kızım. Geçecek. Bu günler de geçecek. Sen korkma sakın."

O teyzenin az da olsa cümleleri bana o kadar iyi gelmişti ki. Tıpkı yüzbaşının elimden tutup benimle birlikte koşması gibi ölümün içinden çekip çıkarmıştı.

💊

SALGINWhere stories live. Discover now