Ah, Mirabelle! Küçük Sevgili...

4.5K 318 322
                                    

Keyifli okumalar dilerim...


***

Gülilzar, okulundan almış olduğu izin için sevinçliydi. Uzun zamandır ayrı kalmış olduğu Nazım ve halasını görebilecekti artık. Öyle coşkuluydu ki Arnavut kaldırımlarında seke seke ilerliyor dense yeriydi. Onu gören ahali, bu halini yakıştıramıyor, çatık kaşlarla süzmekten geri durmuyorlardı. Gülilzar hiçbirine aldırmadı. Elinde küçük valiziyle uçarcasına kondu halasının evine. Kapının tokmağını iki defa vurdu. Biraz bekledi ve tekrar vurduğunda ağır ancak sürüklenen ayak seslerini işitti. O kargıma eşik göründüğünde Nazım da belirdi kapının ardından. Hali darmadağındı. Elleri ise kanla lekelenmişti.

Gülilzar, o anı unutmayacaktı. Bir tercih şansı olsaydı o eşikten adımını atmaz gerisin geri dönerdi okula. Lakin tıpkı şu an gibi kalakalmıştı. Doktor Rıza'ya öylece bakıyor, mazinin kucağından kalkmaya çalışıyordu. Ayakları ona kaçmasını söylüyor, zihni hâlâ benzer bir vukuat ile karşılaşacağını çığırıyordu. Yüreği ise bitap düşmüş bu adamın derdini öğrenmek için can atıyordu. Böylesine bir karmaşanın içinde kaybolmuşken tenini bir ürpermedir aldı. Doktor Rıza ise dik durmakta zorlanan başını pervaza dayamıştı. Yana çekilerek eliyle içeri geçmesini buyurdu.

Gülilzar, bunun hoş karşılanmadığını biliyordu toplumca. Fakat kalbi ile ayaklarının girdiği harpte gönlünden yana oldu. Böylece ayaklar, bu haksız rekabete mağlup oldu. İçeriye adım atarken onu taşıyan uzvu isyan ediyordu. Ama artık hapishanesi olacak bu mekâna gönül rızası ile mahkûm oluvermişti. Zira gördükleri Doktor Rıza'nın engin bir kişilikte olduğunu kanıtlıyordu ve Gülilzar için bu, bir beyde aradığı özelliklerdendi. Köşe başına bir gramofon konmuş, duvarlar baştan sona kitaplarla donatılmıştı. En uç bölgeye tek kişilik bir yatak konulmuşken gramofonun karşı istikametinde küçük, koyu kahverengi, yer yer boyası kalkmış olan bir masa ve onu tamamlayan bir sandalye bulunmaktaydı. Masanın üstü dağılmıştı. Kâğıtlar yere saçılmış, mürekkep devrilmişti.

Gülilzar, ensesinde bir soluk hissedince ürkekçe geri çekildi. Doktor Rıza, alkol kullanmıştı aşikâr olan buydu. Bir sarhoşun odasına öylece dalmıştı. Akılsızlığına hayıflandı. Korkusunu belli etmemeye çalışarak,

"İyi misiniz?" diye sorduğunda Doktor Rıza, bir çılgın gibi sırıttı. Ardından Gülilzar'ı buz kesen o harekette bulundu. Kadını kollarıyla sarmalayıp saçlarının kokusunu içine çekiverdi.

"Ah! Mirabelle, benim küçük sevgilim..." Gülilzar'ın saçlarına öpücük kondururken daha çok sıktı kolları arasındakini. "Neden mon souffle!" Gülilzar, o an bu adamın bir buhranın eşiğinde olduğunu gördü. Nazım'a bir yardımı dokunmamıştı ama bu biçareye elverdiğince avutacaktı. Mirabelle kimdi, neyin nesiydi? Bilmiyordu lakin şu an önemli olan da bu değildi. Gözlerini sımsıkı kapayıp Doktor Rıza'nın gergin sırtına, bir çocuğa teselli verir gibi vururken kollarının arasındakinin yetişkin bir adam olmadığını da düşünmeye çalıştı. O şu an yardıma muhtaç bir bireydi. Gülilzar da görevini yerine getiriyordu. Tıpkı mektepte kendisine öğretildiği gibi sadece çocuklara, öğrencilere değil, bütün herkese yetişmeliydi.

Doktor Rıza, Gülilzar'ın az çok anladığı lisanda Mirabelle'ye olan aşkını, tutkusunu ifade ederken genç kadın, onu yatağına götürüp ayağındaki kunduraları çıkardı. Üzerine örtüyü çekerken Doktor, souffle'sinin adını mırıldanıp durdu. Gülilzar, buraya ondan yardım istemeye gelmişti fakat görüyordu ki Doktor Rıza'nın asıl kendisi yardıma muhtaçtı. Odadan çıkmadan önce son bir kez baktı doktora ardından kapıyı kapatıp odasına çekildi.

GÜLİLZAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin