Naneli Şekerler

2.2K 280 22
                                    

İyi günler dilerim sayın okur. Yeni bir bölümle merhabalar. Bu bölüm finalden önceki son bölümümüzdü. Önce biraz Gülilzar'a uğrayıp ardından Rıza'ya gideceğiz. Bu arada görseldeki hanımlar, Lauren Bacall ve kızı olur. Kendilerini temsili olarak koymuş bulunmaktayım. Dilerim seveceğin bir bölüm olur. Keyifle okumanı dilerim sayın okur. Selametle!

14 Haziran 1951 İlk ticari bilgisayar olan UNIVAC I tanıtıldı.

17 Haziran 1951 Şair Nazım Hikmet Ran Sovyetler Birliğine kaçtı.

***

Karnının şişkinliği belini son günlerde daha fazla zorlamaya başlamıştı. Artık düzgün yürüyemiyor; zarafetten uzak bir şekilde hareket ediyordu. Fakat bu eskisi kadar da umurunda değildi. Öyle hanımefendilere özgü yürümek, en şık kıyafetleriyle sokağa çıkmak ve saçlarını sarmaçlara sarmak çok da dert değildi. Saçının düzgün bir halde bağlanması yeterliydi. Kıyafetleri ise rahat vermeliydi. Böyle bir hale düşeceğini hiç düşünmemişti. O bakımlı bir kadın olarak bilinirdi. Şimdiki haliyse... Omuz silkti, mühim olan bebeğinin sağlığı ve rahatıydı.

Ağustos ayının kavurucu sıcağı yüzüne vurdukça nefesi kesiliyordu. Elindeki fileler ise hiç yardımcı olmuyordu kendisine. Ne vardı sanki halasını dinlemeyecek? Eğer dinleseydi şimdi evin serinliğinde tembelce uzanabilirdi. Oysa son zamanlarda halasına çok fazla yük olduğunu düşünerek pazarı yapabileceğini belirtmiş, ikna etmek adına da yürümenin gebe hanımlar için fazlasıyla iyi olduğunu belirtmişti.

Tüm ısrarlara rağmen dilediğini gerçekleştirmişti lakin kapıdan çıkar çıkmaz dört bir yanını pişmanlık sarmıştı. Havadaki ısı haricinde bir de insanların yüzündeki aşağılayıcı ifadeyle karşı karşıya kalmış; utanç içerisinde kalmıştı. İnsanlar acımasızdı ve kendi kendilerine türlü şeyler üretebiliyorlardı. İlk geldiklerinde Gülilzar'ı görmezden gelmişlerdi fakat zamanla bir erinin olmayışı, ona kötü gözle bakmalarına sebep olmuştu. Hanımlar kınayıcı ve mesafeli, beyler ise... Aklına düşen anıyla birlikte yüzünü buruşturdu Gülilzar. Sakarya'ya geldiklerinin üçüncü ayında kendini bilmezin biri Gülilzar'ı sıkıştırmaya çalışmış ancak bir meslektaşı tarafından kurtarılmıştı.

Sakarya büyükçe bir ilçeydi. Bu sebeple mektepler büyük, öğretmen sayıları çoktu. Ne yazık ki Gülilzar özlem duyduğu mesleğini bırakmak zorunda kalmıştı. İkinci defa tayinini istediğinde geri çevrilmiş, tanıdıkları dahi yardımcı olamamıştı. Bu sebeple ara ara halk evlerine uğruyor, hasretini bir parça da olsa gidermeye çalışıyordu. Orada tanımıştı Fazıl Bey'i, bir lisede edebiyat öğretmenliği yapıyordu. Onun kadar sık sık gidemiyordu halk evine, etkinliklere fazla katılamıyordu. Zaman zaman köylere birkaç eğitimciyle birlikte uğruyor; bazen tiyatro gösterilerine eşlik ediyor, bazen de sahneye yardımcı oluyordu. Ancak o da geçen hafta kapatılmıştı. Siyasilerin çekişmesi yine eğitimi baltalamıştı. Tabii Gülilzar'ın tek uğraşını da elinden almıştı.

Bıkkınlıkla nefes alarak üzerindeki gözlere aldırmamaya çalıştı. Elbet bir gün alışacak, alıştıracaktı. Tek korkusu bebeğine dil uzatmalarıydı. Fakat buna engel olacak kişi yine kendisiydi. Kimse evladına kötü söz edemezdi, o kadar!

Nihayet eve vardığında ayağı ile tahta kapıyı araladı. Geniş gövdesi ile bahçeye girerken bahçedeki ağaçların rüzgârda çıkardığı sesler karşıladı onu. Bu bahçeyi seviyordu. Ağaçlar evin bir önceki sahibine ait olsa da çiçekleri o, kendi elleriyle ekmişti. Evin tek sevimli yeri burasıydı. Evin kendisi alçak olduğundan pencereler yukarıda kalıyor, güneşi çok az alıyordu. Bu sebeple lambalar daha erken yakılıyordu. Evden içeriye adımını atar atmaz halası karşıladı kendisini. Fileleri elinden alırken,

GÜLİLZAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin