Sevi

2.6K 276 329
                                    

Bir bölümle daha merhabalar. Romantizm sevenler bölümün tadını çıkarsın derim. Zira uzun bir süre bu kadar romantik sahneleri yazacağımı sanmıyorum. Yazar durmuyor, sürekli spoi verip duruyor. Sevmeyenler kusuruma bakmasın lütfen. Medyadakilere de bir dikkat çekerim kim bil bakalım sayın okur.

Bölümle ilgili çok detaya inmeyeceğim lakin çok az bir yakınlaşma mevcut. Tabii ben bunu uygun bir kılıfa uydururum. Okur çok şey etmesin.

Keyifli okumalar dilerim sayın okur. Selametle!

5 Aralık 1950 Türkiye Cumhuriyeti Millî Savunma Bakanlığı, Kore'deki Türk askerlerin %10'unun öldüğünü açıkladı. Radyo Gazetesi'ne göre, 150 asker öldü, 150 kayıp, 200 ile 300 yaralı var.

***

Duyduğu şeyler gerçek olabilir miydi? Kadir Bey, bunu da yapmış olabilir miydi? Rıza, Gülilzar'ı koruluğa doğru çekiştirdiğinde şaşkınlıktan direnmemişti bile. Bu köyde neler oluyordu böyle? Korku ve dehşet hissi, onu ele geçirmeden Rıza'ya ayak uydurduğu için şanslıydı aslında. Aksi halde Gülilzar'ın donup kalması demek, ikisinin de ölüm fermanı demekti.

Rıza görülmeyecekleri bir yere çekildiklerinde kulak kabarttı. Rıfat'ın babası Ahmet, Abdullah'ın ölü bedeni üzerine dikiliyor; ne yapacağını bilmez bir halde bekliyordu. Etrafındaki birkaç adam ise halinden memnun, küçük bir kamyonete çuval taşıyorlardı. Abdullah'ı hatırlıyordu Gülilzar. O gece Kadir Bey'in evine gittiğinde nasıl da yalvarıyordu adamcağız. Yapma diyordu, etme... O anı midesini bulandırmaya başladığında eli ağzını kapadı. Ses çıkarmak istemezdi. Henüz tam olarak ne yaptıklarını anlamadan olmazdı. Fakat her şey çok açık değil miydi?

Kamyonete yüklenilen çuvallar muhtemelen hasat ürünleriydi. Bu da Kadir Bey'in suçuna bir suç daha katmış oluyordu; karaborsacılık. Zira adamlar konuşurken şahit olmuşlardı bu ürünlerin Kadir Bey'e ait olduğunu. Elbette Ahmet'in, Abdullah'ı öldürmesini Kadir Bey söylemişse iki suç vardı ortada. Rıza, onu sararken ikisi de pür dikkat izlemeye devam ettiler.

"Şu çuvalı da almama yardım edin!" Kızgın ses, yorgunlukla bezenmişti. İki adam, kızgın olanın dediğini yaparken o, Ahmet'in yanına gelip cesedi işaret etti. "Onu da bir çuvala koy da müsait bir yerde icabına bakalım." Ahmet, başını Abdullah'tan öteye çevirip salladığında kızgın, gür sakallı adam; boş çuvalı fırlattı. Ahmet, bezden çuvalı havada yakalayıp soğukkanlılıkla sordu.

"Kanı sızdırmaz değil mi?" Kızgın adam sırıtırken,

"Sızsa ne olacak? Onun da icabına bakılır merak etme," dediğinde Gülilzar daha fazla dayanamayıp öğürdü. Rıza, Gülilzar'ın ses çıkarmaması için dudaklarını kapatıverdi hemen ancak geç kalmıştı. Kızgın adam, sesi duyup kulak kabarttı. Ardından etrafta işe koşturan adamlara, "Şu koruluğa bakın bakalım, birileri var," der demez Rıza, Gülilzar'ın elinden tutup koşmasını sağladı. Gülilzar'ın ayağındaki pabuçlar bu hıza izin vermese de çabaladı. Koruluğun derinliğine doğru koşturdular.

Kalbi bedeninden sökülecekmiş gibi atıyordu Gülilzar'ın. Biraz sonra yakalanacak olma endişesi ile hiç koşmadığı kadar hızlı koşmuş; Rıza'ya sorun çıkarmamaya çalışmıştı. Rıza ise ne olursa olsun Gülilzar'ın yakalanmaması gerektiği düşüncesi ile daha da hızlanıyordu. Gülilzar'ı zorladığını biliyordu fakat hayatları buna bağlıydı. Daha yaşamaları gereken birçok şey vardı. Daha bahar mevsimi geldiğinde Gülilzar'ın saçlarına papatyadan bir taç takacaktı.

Nefes nefese ardına bakıp birilerinin gelip gelmediğine baktı. Görünürde kimsecikler yoktu lakin sesleri işitiliyordu. Epey kalabalık ve silahlı olduklarından kaçmaktan başka şansları yoktu. Ancak Gülilzar o kadar yavaştı ki mümkünatı yoktu yakalanmamanın. Hem o da dayanacak gibi değildi. Genç kadının sıklaşan nefesi, kızaran yüzü ve biraz sonra düşüp bayılacakmış gibi kasılan bedeni; bu işareti veriyordu Rıza'ya. Bu yüzden verebileceği en akıllıca kararı aldı. Dalları geniş bir ağacın gölgesinde durup Gülilzar'ın omuzlarını kavradı.

GÜLİLZAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin