Kaçış (1.Kısım)

2.1K 262 16
                                    

İyi günler dilerim sayın okur. Yeni bir bölümle merhabalar! Açıkçası bu sefer geç kaldığımın farkındayım. Ramazan vakti, misafirler, Kpss derken boşladım sanki. Fakat daha fazla bekletmemek adına en azından bu bölümün ilk kısmını atmalıyım diye düşündüm. Ne olur mazur gör. On dakikaya muhtaç olmuş durumdayım. İkinci kısmı en geç salıya atarım. Bir sonraki bölüm de hafta sonu gelir. O zamana kadar vaktim olacağını düşünüyorum çünkü.

Daha fazla bekletmeden keyifli okumalar diliyorum sayın okur. Selametle!

25Mart 1951 İstanbul'da Neve Şalom Sinagogu açıldı.

***

Beyaz örtü dağlarda hâlâ boy gösteriyordu. Fakat köyde bu durum tam tersiydi. Hatta kar yerini nemli toprağa, yer yer çamura bırakmıştı. O kuru soğuk yine vardı elbette. Sadece o temiz görüntünün yeri, şimdilerde balçık hale gelmiş toprak ile gölgelenmişti. Sanki doğa bile köyün diplerine kazınmış olan o pisliği açığa çıkarmıştı. Tıpkı Kadir Bey, öldükten sonra meydana çıkan kirlilikler gibiydi.

Kadir Bey'in cenazesine neredeyse tüm köylü katılmıştı. İmamın helallik ile ilgili sorduğu soruya çok az kişinin, 'Helal olsun,' nidaları dökülmüştü. Fakat pek de öyle hissettikleri söylenemezdi onların da. Tek gözyaşı bile yoktu cenazede. Kadir Bey'in inşa ettiği korku da yoktu. Safi öfke vardı. Suyla ıslanması gereken toprak, canı yanan dulların tükürüğüyle ıslanmıştı. Sağken gösterilmeyen cesaret Kadir Bey cansız yatarken sergilenmişti. Büyük ikiyüzlülüktü doğrusu.

Cenazenin üzerinden günler geçerken köy halkı artık ilgisini başka yöne vermeye başlamıştı. Herkesin aklında büyük bir mirasa sahip olan Murat'ta idi. Bir parça da Nazire Hanım'ın akıbetindeydi fikirler. Gülilzar bazen su için çeşmeye indiğinde duyumsuyordu çirkin sözleri. Kadınların, 'Görüyorsun değil mi? Nazire, oğlunu zengin edip gitti,' deyişleri sinirlerini geriyor; cevap vermemek için büyük mücadele veriyordu. Bazıları da ironiye kıs kıs gülüyor; ağzına sakız ediyordu. Yaşananlar bir kendilerini etkilemişti sanki. Gülilzar bunu çok net görebiliyordu.

O zamandan beridir Murat da içine kapanmış; sadece ihtiyaçlarını gidermek için dışarı çıkar olmuştu. Köylünün imaları, onu da geriyordu. Ancak bir kısım köylü vardı ki Murat'a daha önce göstermediği saygıyı hissettirmeye başlamıştı. Bunlar, Murat'ı hırpalayan, Kadir Bey'in adamlarıydı. Genç adam gittikçe tükenmeye başlıyordu. Elbette eskiden onu seven insanlar, bu sevgiyi hissettirmeye devam ediyorlardı ama Nazire Hanım'dan ötürü acımalarını da saklayamıyorlardı.

Gülilzar sıkıntıyla aşı, tahta kaşıkla karıştırmaya devam etti. Bir an önce mektebin açılacağı zamanı kolluyordu. Boş durmak pek de ona göre değildi. Aş taşma noktasına geldiğinde yanında duran bezlerle ocakta duran aşı uzaklaştırdı. Kaşığı küçücük daldırarak tadına baktı. Fakat yüzünü ekşitmesi bir oldu. Tadında bir bozukluk olduğunu düşünmüyordu. Usulüne göre yapmıştı işte. Tam o anda koridorun önünden geçen Murat'ı gördüğünde ona seslendi.

"Odaya kapanma hemen. Yemeği pişirdim." Murat kapıdan geçmeden önce başını uzattı.

"Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum." Gülilzar verilen cevaba memnun oldu. Murat'ın boğazından uzun zamandır sıcak bir şey geçmemişti. Biraz yüksek sesle,

"Rıza'ya da haber ver. Bahçede..." dediği an Murat'ın uzaklaşan sesini duydu tekrar.

"Emrin olur yenge!" Gülilzar bu sözle tebessüm etti. Şu aralar Murat kendisine böyle hitap ediyordu. Başta anlam verememişti buna ancak daha sonra anlamıştı. Murat, bir elin parmağını geçmeyen akrabalarıyla bağlarını sağlamlaştırmayı diliyordu. Belki de kendini bir yere ait hissetmek istiyordu. Rıza ile olan ilişkisi de gelişmişti. Rıza, Murat'a bir abi gibi kol kanat germiş; bu süreçte desteğini eksik etmemişti.

Nihayet sofraya oturduklarında kaşıklardan başka ses duyulmaz olmuştu. Bir süre sonra bu çekilmez sedasızlığı Rıza bozdu. Kaşığı, tabağının kenarına koyarak,

"Yarın ilçeye inmem gerekiyor," diye bombayı patlattı. Gülilzar sebebini biliyordu. Dava için son kez avukatla görüşecek, vakit kaybetmeden İzmir'e geçeceklerdi. İştahı zaten kalmamış olan Gülilzar elindeki ekmeği de bıraktı. İlçeden geldiklerinden beri daha iyiydi araları lakin hâlâ geçmiş değildi genç kadının öfkesi. Sadece susturmuştu içindeki sesleri. Gözlerini, genç adamın bakışlarından ayırmadı. Rıza'nın kendisini de götürmesini ve bunu, onun teklif etmesini istiyordu. Rıza, genç kadının aklından geçenleri anlamışçasına içten bir gülümseme bahşetti. "Sen de geleceksin değil mi?" Kısa süreliğine yüzü aydınlanan kadın baş sallamakla yetindi.

Sonra kimseden çıt çıkmadı. Huzurlu bir sessizlikti bu. Hani biri sesini çıkarsa bu gereksiz olacaktı. Öyle yersiz lakırdılara gerek duymadılar bu yüzden. Sofrada sadece tabaklara çarpan kaşıkların sesleri yankılanıyordu odada. Uzun zamandır böylesi bir erinç hali yaşamamışlardı. Ne imalar vardı ne de kuru gürültü. Yalnız Murat iç sıkıntısını bastıramayarak derince nefeslendi. Bakışlarını tabağından ayırmadan,

"Ben de sizinle gelsem iyi olacak," dediğinde Rıza omuz silkti.

"Olur gelirsin. Bir işin mi var?" Rıza'nın sorusu, Murat'ı daha da gerdi. Başını sağa sola salladığında uzamış olan saçlarından bir tutam, alnına düştü.

"Yok. Oradan Konya'ya gitmeyi düşünüyorum." Gülilzar'ın zor da olsa ağzına götürmeye çalıştığı kaşığı, yarı yolda duruverdi. Anlamadığını, daha doğrusu anlamak istemediğini gösteren yüzüyle döndü sözlerin sahibine.

"Ne demek istiyorsun?" Murat aldırmadan yemeye devam etti önce. Lakin daha fazla susamayıp,

"Konya'ya gidiyorum. Orada büyük bir çiftliğe sahip olan bir tanıdığım var," dediğinde kaşığını tabakta oyalayıp bıraktı. "Benden yardım istedi. Bir süreliğine mesleğimi icra edeceğim." Gülilzar kaşlarını çatıp sinirle soludu.

"Burada da mesleğini ifa edebilirsin. Sana ait topraklar, bu topraklar üzerinde ekmek yiyen insanlar var!" Murat bunları düşünmüştü elbette. Zaten iki yıllık bir plan yapmıştı. Bir süreliğine ayrılmak istiyordu sadece. Sonrasında elbette bu zengin toprağı boş bırakmak gibi bir düşüncesi yoktu. Fakat yapması gerekiyordu. Kendi ruh sağlığı için. Başını kaldırıp,

"Bir süreliğine. Sonra yine geleceğim," diyerek onay istediğini belirtir bir sesle mırıldandı. "Bunu kendim için yapıyorum." Gülilzar anlamıyordu. Yine karşı koyacakken Rıza'nın sıcak parmaklarını elinin üzerinde hissetti. Bu, 'Ona saygı duy. Buna ihtiyacı var,' demekti. Gözlerinde görmüştü Gülilzar. İçi hiç rahat değildi lakin bir daha da sesini çıkarmadı. Kendisi de kaçmamış mıydı? Belki de Murat'ın tekrar eski haline dönmesi için bu şarttı. Göz yummaktan başka bir çıkış bulamadığında tat kalmamış sofrayı kaptığı gibi mutfağa götürdü. Ardında Rıza'nın,

"Ama ben daha doymamıştım," sözlerini duysa da geriye dönmedi. Aç kalsındı!

GÜLİLZAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin