Can Parem, Biriciğim, Güzelim!

3.1K 285 296
                                    

Bir bölümle daha merhabalar. Medyayı gördün değil mi? Yazar özürlerini iletiyor. Küçük bir spoi yedin. Ziyanı yok de lütfen. Yazar kendine hakim olamadı. İlk defa kolaj yapayım dedim ve bir sevinç paylaşmak istedim.

Bu bölüm birazcık kısa. Böyle olmasının sebebi eğer daha yazarsam kendimi durduramayacağım endişesi. İki bin kelimeyi aşmama kararı yüzünden hep! Fakat okur dilerse bu sınırı artık aşabilirim. Ne dersin? İki binden fazlası seni sıkar mı? 

Bölümle ilgili detaylara inmeyeceğim ama yüreğime dokunan satırları karaladığımı belirtebilim. Senin de yüreğine dokunmasını temenni ediyor, keyifli okumalar diliyorum. Selametle!

Bu arada bölüm ithafı papatyagibii- ye aittir. Sevgiler ve öpücükler...

4 Kasım 1950 Türkiye Avrupa İnsan Hakları Bildirisi'ni imzaladı.

4 Kasım 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Bölgesel ve Azınlık Diller Avrupa Şartı kabul edildi.

***

Masaya inen yumruk, Gülilzar'ı yerinden sıçrattı. İki gündür onu bu soğuk, rutubetli mekânda tutuyorlardı. Polisler bu duruma alışmış olsa gerek ki bana mısın demiyorlardı. Fakat yaşadığı kayıptan mıdır yoksa ona sorulan sorulardan mıdır bilinmez, daha çok titrer olmuştu. Halasını bu iki gün boyunca görmemişti. Kulaklarında yankılanan sözleri ise kalbinin sancısını körüklüyordu. 'Sen sebep oldun!' diye bağırmıştı Gülilzar'a. Eğer sık sık teslim olması gerektiğini söylemiş olmasaydı Nazım, şu an yaşıyor olacaktı. Oysa bilmiyorlardı ki Nazım zaten bir buhranın eşiğindeydi.

Gülilzar, halası için o an için suçlu görülmesi gereken biriydi yalnızca. Durumu atlatmanın en kolay yolu, buydu. Nazım'ın müsebbibi, Gülilzar olmalıydı ki atlatabilsin kaybının sızısını. Ya Gülilzar, o nasıl atlatacaktı. Biriciğinin bir ipin ucunda salınışını nasıl unuturdu. Bu saatten sonra nasıl yemek yer, nasıl su içerdi? Elbette zaman geçtikçe kalp ağrısının üzerine, buz tutulmuş; acı görmezden gelinmişti. Fakat zihninin bir köşesinde daima tetikte duran vicdanı, olanları ara ara hatırlatmaktan geri durmuyordu.

Gülilzar, Kadir Bey'in gidişini izlerken sorgu odasında başına gelenler sindi zihnine. Yanağına inen tokat, çekiştirilen saç ve edilen küfürler... Çok sonradan masum olduğu anlaşıldığında edilen özür ise gülünç olmakla bir üzücüydü de. Kendisine böyle bir zulüm gösterildiyse başka masumlara ne edilmezdi ki? O zamanki gibi hissediyordu. Aşağılanmış, hor görülmüş... Fakat Gülilzar, vazgeçecek değildi. Dilekçe yazıp Ankara'ya gönderecek; bir yetkilinin köye gelmesini bekleyecekti. O kadar kolay olamazdı insanları sömürmek, ellerinden hayatlarını çalmak! O dilekçe yerine ulaştırılacaktı. İsterse Kadir Bey, alnının çatısından vursundu.

Kadir Bey henüz gözden kaybolmadan Rıza geldi. Birbirlerini gördüklerinde Rıza'nın çatılan kaşları ve Kadir Bey'in bir simsarı andıran gülümseyişi, gözünden kaçmadı Gülilzar'ın. Anlaşılan Kadir Bey ile sürtüşmemiş çok az insan vardı bu köyde. Kadir Bey, kısa bir baş sallayışın ardından gittiğinde Rıza da Gülilzar'ın yanına gelene değin başını ardına çevirip durdu. Sanki bunu yapmasa Kadir Bey geri dönüp sırtından vuracaktı.

"Ne için gelmiş o?" Sesindeki öfke, Gülilzar'ın henüz bilmediği birçok şeyin habercisi gibiydi. Bu onu ister istemez gerdi. Gülilzar, sabahın serin havasını derince soluyup,

GÜLİLZAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin