İlk Yaz Kokusu

2.9K 284 392
                                    

İyi akşamlar sayın okur ve şimdiye kadarki en uzun bölüm ile merhabalar! İki bin yüz küsüratlık bir bölüm bu sayın okur, sindirerek oku. Ayrıca bu sefer bölümü biraz erken yayımladığımın farkındayım. Özürlerimi kabul et lütfen, biraz işlerim var.

Bölüme gelecek olursak herhalde romantizm sevenlerin bayılarak okuyacağı bir bölüm bu. Aslına bakarsan birkaç bölüm daha bu sahneler yer alacak şimdiden söyleyeyim de yazara, 'Yetti be!' deme. Hikayenin ilerleyişi ve şahısların arasındaki bağ için gerekli bir durum.

Bölüm ithafına geçmeden önce medyadaki dizeler, Nazım'ın; Benerci Kendini Niçin Öldürdü? adlı şiirden alıntıdır. Okumanı tavsiye ederim. Aradan çekilmeden de bölüm ithafı, lavantatutkusu 'nundur. Güzel yorumları için kendisine teşekkürlerimi iletiyorum. Sevgiler!

Keyifle okuman dileğiyle sayın okur. Selametle!

1 Aralık 1950Türk Tugayı, Kore'de Kunu-ri Muharebesi'ni kazandı.

***

Ayakları bedenini istediği yere götürüyor gibiydi. Sanki mantığı, bir el tarafından çekilip alınmıştı da onu yönlendiren sadece hisleriydi. Onun tuhaf, gülünç ve eksin hisleri... Nasıl mümkün olabilirdi ki bu? Rıza neden kendisine söylenmemişti de bir başkasından öğrenmişti? Arabadaki o gün, o tatlı saatler, o huzurlu dakikalar... O zaman söyleyemez miydi? Yoksa Rıza daha güvenmiyor muydu ona? İçi kederlere büründü. Bunu, ona sorması; mantıklı bir açıklama alması gerekiyordu. Aksi halde Rıza'nın ondan çok daha farklı şeyleri de sakladığını düşünecekti. Gülilzar, güvenmediği biriyle hislerini paylaşabilir miydi ki?

Bakışlarını yerden kaldırmadan ilerlemeye devam etti. O an karşısına biri çıksa görmezdi dahi. Esen soğuk rüzgâr bile titretmiyordu artık. Kadir Bey'in evinden nasıl çıktığını bilmiyordu bile. Nazire Hanım ile bir süre daha oturduktan sonra müsaadesini istemiş; çıkarken de Kadir Bey ile denk gelmişti. Kadir Bey, onu önce gördüğüne şaşırmış olsa da şapkasını çıkararak selam vermişti. Ardından sanki Gülilzar yokmuş gibi toz olup gitmişti. Onu görmek Gülilzar'ın sinirlerine iyi gelmemişti. Hâlbuki buraya onun sinirlerini zıplatmak; belki de diş göstermek için gelmişti. Ne ummuştu, ne bulmuştu...

Önüne denk gelen taşa, küçük bir tekme sallayıp havalanmasına sebep oldu. Taşın düştüğü yer, Fatma Hanım'ın evinin yakınına düşünce, 'Keşke yolu ayaklarıma bırakmasaydım,' diye düşündü içinden. Ancak buraya kadar gelmişken ki anlaşılan ayakları da düşünceleriyle hem fikirdi, uğramadan olmazdı. Hem Murat'ı da görmüş olurdu. Tahta kapıyı aralayıp avluya girince sesleniverdi.

"Kimse yok mu?" Sorduğu soru, evin beyaz badanalı duvarlarına çarpıp henüz beton dökülmemiş yerde sekti. Sorusunu daha yüksek sesle yineleyince kenarlıkları mavi boyalı pencereden bir baş uzandı. Bu Murat olmalıydı zira kumral saçları seğirtmişti. Düşüncesini destekleyen ses de peşinden gelince içi rahat etti.

"İçeriye gel Gülilzar, Fatma Ana ahırda." Ahır denilen yer evin arka bahçesinde küçük odacıklardı. Fatma Hanım, böylesinin hayvanları daha sıcak tuttuğunu söylemişti. Hem geniş bir ahır, iş yükünü arttırırdı ki Fatma Hanım yaşlı bir kadın olduğunu söyleyip duruyordu. Murat'ı dinleyip içeriye geçtiğinde evin içinde yükselen tarhana kokusu midesinin guruldamasına sebep oldu. "Açsan sana da bir tas çorba vereyim." Murat, yattığı yerden doğrulmaya çalışınca Gülilzar, ona engel oldu.

GÜLİLZAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin