Bir Yavuklu, Bir Sözlü...

3.3K 300 339
                                    

Günün güzelliklerle dolsun sayın okur! Yeni bir bölümle merhabalar. Bu bölüm fazlaca diyalog ve şaşkınlık içerir! Şimdiden uyarayım da sindirerek oku. Rıza severlerin bayılacağı bir bölüm. Bundan oldukça eminim. Murat ile Rıza arasındaki husumeti merak ediyorsun değil mi? İşte bu bölümde aralarındaki ilişkiyi bir nebze anlayacaksın.

Önceki bölümde Gülilzar'ın karşılaştığı vahim durumu biliyorsun. Çok fazla detaya inmeyeceğim lakin bölüm sonunda sonuçları göreceksin.


Aradan çekilmeden önce medyada gördüğün hanım, Şerife Feriha Sanerk'tir. Kendisini ve azmini, Gülilzar'a çok benzetiyorum. İzninle kısa bir özgeçmişini belirtmek isterim. Şerife Feriha, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilimler Fakültesi'ne girdi. 4 yıl boyunca okulun tek kız öğrencisi olan Sanerk, 1951'de kaymakamlık kursuna girip kazandı ancak kadın olduğu için ataması yapılmadı. İçişleri Bakanlığı'nın başka bir birimine, Emniyet Genel Müdürlüğü emrine komiser muavini olarak atandı. 1953 yılında emniyet müdürlüğü rütbesine yükseldi. Ancak yine kadın olduğu için emniyet müdürü olamayacağı bildirildi. Hukuki mücadele başlatan Şerife Feriha Sanerk, bu mücadeleyi kazanarak aynı yıl Türkiye'nin ilk kadın emniyet müdürü oldu ve kendisinden sonra bu mesleğe girecek tüm kadınların önünü açtı. Kendisi ve örnekleri hanımlara teşekkürlerimizi borçluyuz bence. Mekanı cennet olsun!

Keyifli okumalar dilerim sayın okur. Selametle!

14 Temmuz 1950 Demokrat Parti seçimleri kazandı ve genel af ilan edildi.

25 Temmuz 1950 Bakanlar Kurulu Kore'ye 4500 kişilik bir askeri birlik göndermeye karar verdi.

***

Başına öylesine kötü bir şey gelmesine rağmen, dökülen sütü düşünüyor oluşu normal miydi? Bilmiyordu ancak gözünün önünden gitmeyen şey; toprağın, sütü hemen emmesiydi. Hacının kolları sıcaktı, huzurluydu elbette. Hatta Rıza'nın birden peyda olup onu kurtarmış olması da teskin ediciydi fakat devrilen sürahideydi aklı. Kendisi için ağlaması, sızlanması gerekirken o, süt için hıçkırarak ağlamak istiyordu.

Korkmuştu. Öyle çok korkmuştu ki donup kalmıştı. Gözlerini kapayıp derince bir nefes aldı. Kendini azarlamalıydı. Nasıl izin verebilmişti, nasıl? Kendi mahvına sebep olmuştu. Başka bir suçlu aramaya gerek yoktu. Fehime dahi suçlu değildi. Bir tek kendisiydi suçlu olan. Saçlarını okşayan, büyük nasırlı eller, saç tellerine takılıyordu. Bir düzen halinde boynunu saran saçlar, bu sebeple karışıyordu ama Gülilzar için şimdilik bir önem arz etmiyordu. Hacı, bir baba sıcaklığını taşıyordu. Kendi babasından görmediği şefkati sanki o kısacık zamanda, Hacı vermişti Gülilzar'a. Hacı'nın gönlü kocamandı. Gülilzar'a yüreğinden bir yer ayırmıştı.

Gülilzar, bulunduğu halden sıyrılmaya çalışarak Hacı'nın kollarından ayrılıverdi. Hacı, onu mektebin bahçesine dek getirmişti. Ne dese, ne yapsa azdı bu ceht kokan adama. Kim bilir o eller, kaç kez çapa ile buluşmuştu. Kaç kez o çapayı bırakıp yavrusunun başını okşamıştı. İçi kıskançlık ile dolarken o ellere uzandı. Öptü, öptü... Ta ki gözyaşları kendini bıraktı, o an Hacı da tekrar sarıldı Gülilzar'a. Ne kadar geçti ne kadar ağladı, sızlandı bilmiyordu ama okulun bahçesine giren Rıza, anında Gülilzar'ın kollarından kavrayıp göğsüne çekti. Hacı, bu durumun elzem olduğunu düşünerek yanlış anlamamaya çalıştı. Fakat ortaya konuştuğunda Gülilzar'ın da Rıza'nın da aklını karıştırdı.

GÜLİLZAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin