1. Bölüm 🦠

51.4K 2K 1.4K
                                    





~Salgın KTM3~
🟩🟩🟩🟩🟩


~Biz ülkenin gülleri!
Mis gibi de kokuyor!
Susuz kalmış çöl gibi!
Nasıl da hoş duruyor!~

Yazdan kalma sıcak rüzgâr arabanın camından içeri süzülürken saçlarım nazikçe savruluyordu. Yüzümü ve çenemi okşayan bu ılıklık gözümü kapatıp güneşte ısınmam için bana çağrı yapsa da gözümü bir an olsun yoldan ayırmıyordum. İçime giydiğim beyaz tişört ve üstündeki ekose gömleğin bileklerini kıvırmıştım. Hemen yan koltukta bir buket çiçek ve bir kutu çikolatam duruyordu. Her bir çiçeği bir sıraya koyup bir de çikolata ile süsleyecektim. Radyoda çalan asker marş tuhaf bir şekilde en sevdiklerindendi. Bir yandan içimden tekrar ediyor bir yandan da araba sürmenin tadını çıkarıyordum. Ders çalışırken o kadar süre eve kapanmıştım ki seyahat etmek dünyanın en zevkli işi gibi geliyordu şu an. Gerçi babamın arabasını oldum olası çok severdim ben. Hem kullanması rahat hem de çocukluğumu hatırlatıyordu bana.

Uzun süre KPSS çalıştıktan sonra nihayet atamam gerçekleşmişti ve ben artık çiçeği burnunda bir öğretmendim. Beyaz önlüğümü ve birkaç kıyafet sığacak kadar eşya almıştım yanıma. Tek hedefim atandığım okulu ders başlamadan önce bir kez görmekti. Sol bileğimdeki saat öğleye geldiğimi gösterirken oldukça yavaş sürdüğümü düşündüm. Konya merkeze üç dört saat uzaklıktaydı bu kasaba ben neredeyse altı saattir yoldaydım.

Çocukken ne zaman büyüyünce ne olacaksın diye sorsalar hep öğretmen derdim. Bir kez olsun farklı bir meslek söylememiştim. Çünkü çocukları çok seviyordum. Onlar bana hayatın yaşanılabilir bir yer olduğunu hatırlatıyorlardı.

Asfalt yol uzandıkça uzanıyordu ve sağlı sollu ağaçlar sonbaharın gelişini haber veren renkleri ile gülümsüyorlardı. Güneş hâlâ tepede ve yazın son selamını bırakıyordu. Arabayı kullanmaya devam ederken telefonum çaldı.

"Efendim anne?"

"Yolda mısın kızım hâlâ?"

"Evet anne, arabadayım şu an."

"Tamam tamam kapat da sonra konuşalım o zaman."

"Sesi hoparlöre verdim merak etme. İki elim de direksiyonda."

"Hayret bizim kız akıllanmış," diye seslendi babam.

"Aşk olsun baba. Bir kere araba kullanırken açtım telefonu. Onu da yüzüme vura vura bir hal oldun."

"Babana bakma sen kızım. İlçeye geldin mi?"

"Çoktan geldim bile. Şimdi kasabaya girmek üzereyim."

"Kasaba mı? Hani Pazartesi gidecektin?"

"Meraktan duramadım anne. Okuluma bakayım hazır araba bendeyken."

Annem ve babamın gülüş sesi kulağıma dolarken ben de gülümsedim. Onlar da en az benim kadar heyecanlıydılar. Atanmak için o kadar çok çalışmıştım ki şu anki durumumun en büyük destekçisi onlardı.

"Anne ben şimdi kapatıyorum. Kasabaya girince tekrar ararım."

"Tamam yavrum dikkat et kendine. Allah'a emanet ol."

Telefon kapandığında radyoyu yeniden açtım. Bu sefer hava durumu başlamıştı.

~Balkanlar'dan esen soğuk havanın ülkemize gelişi ile...~

Eylül genelde sıcak geçerdi ancak bu sene daha çok sıcak geçmesini istiyordum. Özellikle öğretmenliğimin ilk senesinde öğrencilerime unutulmaz bir yıl yaşatmak istiyordum. İlk öğrencilerim oldukları için onları asla unutmayacak tüm sevgimi verecektim.

Asfalt yol gittikçe kötüleştiğinde kasabaya iyice yaklaştığımı anladım. Heyecanım doruktaydı. Adrese göre on dakika sonra okulumu görebilecektim. Direksiyonu iki elimle tutup hevesle gülümsediğim esnada camın önüne sert bir şey çarpınca aniden frene bastım. Ani fren sesi o kadar tizdi ki sarsıldığım için başım direksiyona sertçe çarptı ve kendimi direksiyona sarılırken buldum. Alnımdan süzülen sıcak sıvı yanağıma doğru gelirken yavaşça dokundum. Kanıyordu başım. Bu arada cama çarpan şey her neyse uzun bir süre ses çıkarmaya devam edince korku ile titremeye başladım ama başımı kaldırıp da bakamadım. Emin değilim ama kuş ise onu öldürdüğüm için canı çekiliyor ve bu yüzden çırpınıyor olmalıydı. Daha önce hiçbir hayvanı öldürmemiştim. Öyle bir sahneyi görürsem kendimi asla affetmezdim.

~Esenyurtta meydana gelen hırsızlıktan sonra tüm mahalleli seferber oldu...~

Başımı kaldırmadan elimi radyoya doğru uzattım ve sesini tamamen kapattım. Korkudan terlemeye başladığım o anlarda istemeden gözüm cama kaydı ve hâlâ çırpınmakta olan kuş ile büyük bir çığlık attım. Haklıydım. Kuşa çarpmıştım. Hayatımda ne ben ne babam seyir halindeyken kuşa çarpmamıştık. Ben başkalarından da çok duymazdım bu işi. Kuşlar genelde kendilerine hakim olur ve araçlardan kurtulmayı başarırlardı.

Diğer bir ihtimalle kuş bana mı çarptı yoksa? Her iki tür sonuçta da kuş ölmek üzereydi. Canının çıktığını düşündüğüm için sürekli çırpınıyordu ama fazladan bir değişiklik olduğunu da inkar edemezdim. Bu kadar acı çekecek türde bir çarpma olmamıştı. Ben çok hızlı bile gitmiyordum. Kendini arabanın camına atsa bile bir yeri ezilmemişti ve bu şekilde çırpınıyor olması normal değildi.

Gagaları ile tüylerini yoluyor ve tüm bedenini kıvırarak tuhaf bir hale bürünüyordu. Bir kuşun bu şekilde tuhaf haraketler sergilediğini de daha önce hiç görmemiştim. Sanki içinde bir şey vardı ve onu dışarı çıkarmak için kıvranıp duruyordu. Eli olsa içine gönderir ve dışarı çıkarır gibiydi. Bu öyle uzun sürdü ki ne ben araçtan inebildim ne başka bir şey yapabildim. Korkudan ellerim saçlarımda bir yerler edinse de şaşkınlık korkumu yenmişçesine beni hareketsiz bir hale sokmuştu.

Bu kuşun nesi vardı böyle?

Son anına kadar izlediğim kuş arabamın camına birkaç damla şey kustuktan sonra hareketsizleşti. Artık kıvranmıyordu ve yavaşça taş kesiliyordu. Ardında onlarca tüy ve çırpınmadan kaynaklı izler bıraktığında öğretmenliğimin ilk gününün böylesine hüzünlü bir olaya tanık olması beni çok sarsmıştı. Bir şeyler bu senenin olabildiğine çetin geçeceğini haber veriyordu sanki. Bir anda tüm hevesim yerini tedirginliğe bırakmıştı.

Oysaki hemen birkaç saat öncesinde evden büyük bir mutlulukla çıkmıştım. Belki de bir gün önceden gelip kasabayı ziyaret etmek iyi bir fikir değildi. İlçe merkezinde kalmalıydım. Pazartesi zaten okul servisi beni götürecekti. Pazar'dan kasabaya uğramanın ne alemi vardı ki?

İçimdeki düşüncelerle birlikte pişmanlık, korku ve şaşkınlık yaşarken kuştan arta kalan cesete bakmak için arabadan indim. Sadece bir kuştu ancak tuhaf şeyler olduğu için korkuyordum. Acaba boğuluyordu da ondan mı öyle davranmıştı ki? Elime aldığım ufak bir çocukla bedenine dokunduğumda buz kestiğini hissettim. Ölmüştü. Biraz daha hareket ettirdiğimde gagasından kan süzüldü. İçinde bir şeyler olmuştu gerçekten de. Neden? Ne olmuş olabilir ki?

Geri çekilip etrafıma bakındım. Yüksek tepeler ve tarlalardan başka bir şey görünmüyordu. Yediği bir şeyden kaynaklı olmalıydı başka bir şey gelmiyordu aklıma. Yine başka bir çubuk aldım ve zavallı kuşu nazikçe alıp tarlalardan birine koydum. Ufak bir çukur açıp içine yerleştirdim ve toprakla üstünü de örttüm. Onun için minik bir mezar yapmıştım ancak içim yine de rahat değildi. Korkum geçince daha iyi anlıyordum ki ben değil kuş bana çarpmıştı. Kendini arabama atmıştı resmen. Dilim söylemeye varmıyor ancak intihar etmişti adeta.

İki çubuğu da mezar taşı niyetine başına dikip elimdeki toprağı silkeledim ve yeniden arabaya bindim.

Tuhaftı. Oldukça tuhaftı. Hiç olmadığı kadar tuhaftı.



💊

İnstagram hakugu

SALGINWhere stories live. Discover now