2. Bölüm

4.3K 235 36
                                    

Bölüm şarkısı:Evanescence-Everybody's Fool

Düzenlenmiştir.

Karanlığı yenmek için bir tek ışık yeterli olmayabilir. Ancak gökyüzündeki tek bir yıldız bile gecenin bütünlüğünü bozmaya yeter.

İnsan kalmakla canavara dönüşmek arasında kıldan ince bir çizgi vardır. Ve bu çizgiyi geçmek dünyadaki en kolay şeylerden biridir. Önemli olansa bunu fark ettikten sonra geri dönebilmektir. Peki geri dönmek mümkün müdür?

İlk kez insan kanı içtiğimde bunun dünyada var olan en güzel şey olduğunu düşünmüştüm. Bedenim daha fazlasını arzuluyordu, damarlarımda akan kanın alev aldığını hissediyordum. O küçük kızın bedenini bir çöp gibi ağacın altına attığımda ise yaptığım şeyin farkına varmıştım. Canavara dönüşmüştüm. Belki de en başından beri öyleydim, bilmiyordum. Zihnimin içinde insanlığımdan kalan son kırıntılar ile dönüştüğüm canavar arasında bitmek bilmeyen bir savaş vardı. 

Fakat emin olduğum tek bir şey vardı: Ben o gece o ağacın altında sadece küçük bir kızın hayatını çalmakla kalmamış, umutlarını, hayallerini, neyi varsa hepsini yok etmiştim. Ondan sonraysa aylarca kendimi dünyadaki en kötü varlık olarak tanımlamıştım. Ta ki benden daha kötüsü ile karşılaşıncaya dek.

1507

Avrupa daha kötü bir hal almıştı. Neredeyse her gün kilisenin cadıları yaktığını ve hatta bu yüzden insanların bile öldüğünü duyuyordum. Halk bunların hiçbirine sesini çıkarmıyor, hatta izleyebilmek için saatler öncesinden meydanları dolduruyordu. Vampirlerse en güçlü oldukları dönemi yaşıyorlardı. Birçok şehir -Roma bile- vampirler tarafından idare ediliyordu. Bense daha sakin sayılabilecek bir yerde yaşıyordum. Hayvan kanı içmeye başladığımdan beri insanların arasında dolaşmaktan rahatsız olmuyordum. Bu yüzden küçük bir köyde yaşamaya başlamıştım. Haftanın birkaç gününde köydekilerin uyumasını bekleyip ormana kaçıyordum ve bu sayede kimse vampir olduğumu fark etmiyordu. 

Yine avlanmak için ormana gittiğim gecelerin birinde beklemediğim bir şey oldu: Bir anda insan çığlıkları yankılandı ve sesler ormana kadar ulaştı. Öyle ki ormandaki tüm hayvanlar daha güvenli bir yere gitmek için koşuşturmaya başladılar. Başta kurtların köye saldırdıklarını düşündüm ve hızla ağaçların arasından geçerek köye ulaştım. Geldiğimde çoktan gitmişti, etraf cehenneme dönmüştü. Köyün meydanında bedenler üst üste dizilmişti, boyunlarından akan kan ayaklarımın dibine ulaşan bir yol oluşturuyordu. Bunu kimin yaptığını biliyordum. Onunla daha önce karşılaşmış olmasam da adını defalarca duymuştum. Herkes onun Yunan tanrıları kadar çekici fakat bir o kadar da korkunç olduğundan bahsederdi. 

Alex Laurent. 

Karşımdaki duvarda kanla yazıldığını kokusundan anladığım, büyük puntolarla yazılmış isim. Yaşayan var mı diye kontrol etme gereği duymadım. Zira bu adam kimseyi sağ bırakmıyordu. Bu yüzden köyden ayrılmadan önce kilisenin yapacağını bildiğim tek şeyi yaptım: Köyü ateşe verdim ve yoluma devam ettim.

Günümüz

Evin içindeki telaşlı hava dün geceki halinden bir şey kaybetmiş değildi. Bıkkınlıkla onları -özellikle Jack'i- izlerken konuşmak için bir fırsat arıyordum fakat çabalarım sonuçsuz kalıyordu. Herkes hep bir ağızdan konuşuyor ve hepsi kendi fikrini savunuyordu. Elimdeki bıçağı tahta kapıya doğru fırlattığımda masadaki tüm sesler kesilmişti. Saatlerdir aynı konu tartışılıyordu fakat hala elle tutulur bir sonuca ulaşmış değildik. Herkesin sakinleşmesi için bir süre bekledikten sonra Jack'e döndüm. "Şu an gelecek her türlü teklifi değerlendirmek durumundayız." dediğimde gözlerini devirdi. "Hava vampirlerine kaldıysak savaşı baştan kaybettik demektir."

İçgüdüWhere stories live. Discover now