40. Bölüm

1.1K 104 69
                                    

İyi okumalar...( Bu bölümde Alex yok ama Alex ile ilgili bir şey var :D)

Bugüne dek hiçbir şey hissetmemenin mümkün olmadığını düşünürdüm. Fakat şimdi, tam olarak içinde olduğum durum buydu.

Ruhum bir karadelik tarafından çekiliyordu. Günden güne hissizleşiyordum ve garip bir şekilde bu, beni üzmüyordu. Aksine, bunu istiyor gibiydim. Acıyı tüm şiddetiyle hissetmektense böylesi çok daha iyi bir seçenek gibi görünüyordu.

Ruhumun yuvarlanmakta olduğu uçurum benim aksime etrafımdakileri rahatsız ediyordu. Burada bulunduğum birkaç gündür belki de onlarca kez aynı soruyla karşı karşıya kalmıştım.

Herkesin merak ettiği tek şey nasıl hissettiğimdi. Hissizliği anlatacak bir kelime bulamadığım için onlara iyi olduğumu söylüyordum. Ve bunun yalan olduğunu herkes biliyordu.

Şimdi de, tam karşımdaki tekli koltukta oturan ve mavi gözlerini üzerime diken Jane'in aynı soruyu sormak için hazırlandığını biliyordum. Bu yüzden o, ağzını açmadan önce "İyiyim." diye mırıldandım.

Ardından, bakışlarımı yanmayan şömineye doğru çevirdim. Onu izlenilesi hale getiren içindeki alevlerdi. Alevler olmadan basit bir taş yığınından başka bir şeye benzemiyordu.

Bazen, fark edilmek için yanmak gerekirdi. Aksi halde kimsenin yüzüne bakmadığı şömine gibi olmak kaçınılmazdı.

Ashley bile -ki zorunlu olmadığı zamanlarda benimle konuşmazdı- arada sırada da olsa nasıl olduğumu sorma zahmetine girdiğine göre berbat görünüyor olmalıydım. Buraya geldiğimden beri doğru düzgün uyumadığım ve kan içmediğim için bu, çok da garip sayılmazdı.

"Nasıl olduğunu sormayacaktım." dedi Jane yumuşak bir sesle. Beni sinirlendirmekten korkuyor gibiydi. "Hala onu düşünüp düşünmediğini merak ediyordum."

Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde kısa bir anlığına gözlerimiz çakıştı. Jane, Percy'den sonra kendime en yakın bulduğum arkadaşımdı ve Percy'nin aksine söz konusu Alex olduğunda mantıklı düşünebiliyordu.

Bu yüzden, onunla konuşurken rahat olabileceğimi biliyordum. "Unutmam gerek." diye yanıtladım. "Fakat yapamıyorum." Jane hafifçe başını salladı. "Ondan nefret ettiğime ikna olmalıyım." diye ekledim.

"Olamazsın." dedi Jane kesin bir ses tonuyla. "Çünkü nefret etmiyorsun." Bakışlarımı kaçırdım. Bildiğim gerçeklerin yüzüme vurulmasından oldum olası hoşlanmazdım. "Öyleyse ondan nefret etmenin bir yolunu bulmalıyım."

Başka bir ses "İşin zor." dedi. Bu Jack'ten başkası değildi. Bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde yavaş adımlarla bize yaklaşıyordu. Nihayet, yanımıza ulaşmayı başardığında kendisini yanımdaki kanepeye bıraktı ve "Bir Yunan tanrısını unutmaktan bahsediyorsun." diye ekledi.

Jane uyarı dolu bir sesle "Jack!" dedi. "Lütfen biraz ciddi olur musun?" Ardından kollarını göğsünde birleştirdi ve gözlerini hafifçe kısarak ona bakmaya başladı. Jack umursamaz bir şekilde omuz silkip "Aranızda Alex'in yakışıklı olduğunu inkar edebilecek biri var mı?" diye sordu.

Jane pes etmiş bir şekilde yanaklarına hava doldurdu ve bakışlarını kaçırdı. Bu sırada Jack "Ayrıca adam fazlasıyla zeki." diye ekledi. "Seni anlıyorum Alexandra, kadın olsaydım ben de onu seçerdim."

Percy hızla salona girdi. "Ne bu? Alex Laurent analizi mi?" Yarı öfkeli bir ses tonuyla konuştuğunda bakışlarımla onu takip ediyordum. Yanımıza ulaşıp Jane'in yanındaki kanepeye yerleşti ve gözlerini Jack'e dikti. "Öyleyse ben de bir şeyler ekleyeyim."

İçgüdüWhere stories live. Discover now