37. Bölüm

1.1K 99 28
                                    

Sanırım uzun bir bölüm oldu. İyi okumalar 💫

Dünya durmuş gibiydi.

Dakikalardır, elimdeki kağıtta yazan harflere bakıyordum. Defalarca kelimeler oluşturup zihnime akın ediyor, binlerce anlama dönüşüyorlardı. Geçmişimle ilgili ne öğrenmek istiyordum?

Daha doğrusu, öğrenmek istiyor muydum?

Kağıt, parmaklarımın arasından kayıp yerle buluştuğunda düşüncelerimle boğuşmayı bırakıp hayata döndüm. Hızlı bir şekilde kağıdı alıp yerime geçtim. Alex'in peşime taktığı adamının bir şeylerden şüphelenmesini istemiyordum.

Artık kahve özelliğini tamamen yitiren içeceğimi bitirip kağıdı ceketimin cebine tıkıştırdım. Hemen ardından masanın üzerine kahvenin parasını bırakıp yavaşça oturduğum yerden kalktım. Ve tabi, birkaç masa ötede de bir hareketlenme oldu.

Kafeden çıktığımda duraksadım. Ne yapacaktım? Yeniden buraya gelecek miydim? Yoksa bu kağıt hiç var olmamış gibi devam mı edecektim? Bilmiyordum.

Düşüncelerimle boğuşurken üzerimde hissettiğim ıslaklıkla yeniden dünyaya döndüm. Birisi üzerime kahve dökmüştü. Kahve!

Bunu kimin yaptığına bakmak için başımı kaldırdım. İri bedeni ve geniş omuzlarına bakılırsa karşımda kurtlardan biri duruyor olmalıydı. "Özür dilerim." dedi ve ceketinin cebindeki mendili zarifçe uzattı.

Mendili sinirle alırken önümde dikilmeye devam ediyordu. "Ne duruyorsun?" diye çıkıştım. "Özrünü kabul ediyorum, gidebilirsin."

İşaret parmağını dudaklarının üstüne vurup kıstığı gözleriyle beni inceledi. "Seni tanıyor gibiyim."

Duyduğum şeyle duraksadım. Onu daha önce gördüğümü hatırlamıyordum. "Birine benzetmiş olabilir misin?" diye sordum. Bu sırada beyaz mendil kahverengiye dönmüş, üzerimdeki lekenin bir kısmını çıkarmayı başarmıştım. Ama halen berbat görünüyordum.

Sonunda, kıstığı gözlerini kocaman açıp "Alexandra!" dedi. "Hafızam beni yine yanıltmadı."

Beni tanımış olmasına şaşırmıştım. Çünkü onu daha önce görmediğimden emindim. "Sen kimsin?" diye sordum. Kravatını düzeltirken "Jacop." diye yanıtladı. "Şehrin yeni sahibi de diyebilirsin."

Nefesimi seslice verdim. Herkesin bahsettiği Jacop, bu olmalıydı. Kahverengi saçlarını sola doğru yatırmış, kopkoyu gözlerini üzerime dikmişti. Konuşmayacağımı anladığında gözlerini etrafta dolaştırdı. "Laurent nerede? Yatağında olmadığın zamanlarda da seni yanından ayırmıyor sanıyordum."

Duyduğum şeyle gözlerim kocaman oldu. Sert bir sesle "Ben bir fahişe değilim." dedim ve tepkisini beklemeden yürümeye başladım. Jacop bana yetişip önüme geçti.

"Beni yanlış anladın." dedi. "Yalnızca, senin için koca şehirden vazgeçtiğine göre onun için önemli biri olduğunu düşünmüştüm."

Zihnim, kurduğu son cümlede takılı kalırken bakışlarımı üzerinde dolaştırdım. Bir defa, fazla resmiydi. Bu haliyle Teo ile masa başında saatlerce müzakere edebilecek bir tipe benziyordu. Alex ile dövüşebilecek birine değil.

Ona tuhaf bir bakış atıp yeniden yürümeye başladım. Bileğimden yakalayıp ikinci kez durmamı sağladığında çıldırmak üzereydim. Ondan kurtulamayacak mıydım?

"Eee, ne diyorsun? Arkadaş mıyız?" diye sordu. Sesindeki muzip tavra karşılık kaşlarımı çattım. "Arkadaş mı?" Bir vampir ve bir kurt adamın arkadaş olması ne kadar mümkün olabilirdi ki?

İçgüdüWhere stories live. Discover now